Şifa Üzerine

Kendini şifalandırmak kavramı üzerine çok düşünüyorum son zamanlarda. Bilinçte derinleştikçe görüyorum ki biz insanlar kendini şifalandırması gereken, hastalıklı ve iyileşmesi gereken varlıklar değiliz. Hatta belki de kendimizi şifalandırmak lügatımızdan çıkıp gitmeli.

Nedir Şifa?

Şifanın kelime anlamı bir hastalıktan kurtulmaktır, iyileşmektir. Oysa bizim yaradılışımızda iyileştirilmesi gereken bir hastalık bir sorun yok. Yaradılışımız, var oluşumuz tam da olması gerektiği gibi.

Sadece yaradılışımızda keşfedilecek, görülmek ve duyulmak isteyen çok bilinmeyen var. Kendimize dair bilmediklerimiz; gerek hayat deneyimlerimiz gerekse fiziksel rahatsızlıklarımız olarak tezahür ediyor. Biz hangi dilden anlarsak hayat bizimle o dilden konuşuyor. Dikkat çekmeye çalışıyor ki görülmeyen ama görülmesi gereken görülsün, bilinsin, bilinç üstüne taşınsın.

Kendinle “Bir” Olmak

Yani bu kendini şifalandırma yolculuğu dediğimiz şey aslında yalnızca kendini tanıma yolculuğu. Kendini öyle bir tanımak ki seni en yüksek potansiyelini gerçekleştirmekten alıkoyan tüm limitlerini keşfedip onlardan arınmak. İçindeki ışığı tüm karanlığınla, gölgelerinle; hayatta kaçtığın ve nefret ettiğin her şeyi içinde ne kadar taşıdığınla yüzleşmek için kullanabilmek.

Bu kendinde birliği tatma yolculuğu. Karanlıkla savaşmayı bırakıp yalnızca kendi ışığını gölgelerinin gözlerinin içine tutarak onları aydınlatma, görme, şefkatle severek kabul etme yolculuğu. Ne de olsa karanlık, ışığın varlığında kendiliğinden kaybolur. Aydınlanmak dediğin işte o karanlıkta, bilinmeyende, bilinmeyi bekleyene ışık tutabilme yolculuğu.

Varışı olmayan bir yolculuk hem de. Kendine dair keşiflerinin bitmeyeceği bir yolculuk.

O yüzden bil ki; şifalanmaya ihtiyacın yok çünkü kırık ya da bozuk değilsin.
Ama kendine dair keşfedecek daha çok şeyin var!

Tam da şu anda olduğun halinle mükemmelsin ve hayat örgüsündeki eşsiz rolünü oynuyorsun.
Hiçbir şeyi yanlış yapmıyorsun.
Eksik değilsin.
Düzeltilmeye ihtiyacın yok.

Bir pürüz varsa hayatında “bunu nasıl iyileştirebilirim” diye değil de “bu bana neyi göstermek istiyor, bu koşulu tezahür ettiren ve içimdeki ışıkla görünür olmak isteyen nedir” diye sor kendine. Kalbinde taşıdığın yüce bilgelik sana bilmen, görmen, kabul ile bağrına basman gereken her ne ise usulca fısıldayacaktır.

Ah O Aşk Yok Mu, O Aşk!

Kendini tanıma yolculuğu yüzleşmelerle dolu ve oldukça ağır olabiliyor. İnsan hayatın kendine tutulmuş dev bir ayna olduğunu idrak ettikçe “ayy bu da mı var yani bende” dediği şeyler bitmiyor. Her canda, her deneyimde kendine dair görülmeyi bekleyen bir bilgi gizli. Atalarından devraldığın travmalar, yaralar, hediyeler ve yetenekler, DNA’nda birleşip seni en mükemmel şekilde var ederken ardında atalarından, rehberlerinden oluşan bir ışık ordusu seni kendi görkemine uyanabilmen için sürekli destekliyor. O yaralara ışık tuttuğun an iyileştiklerini söyleyerek dans ediyorlar etrafında. İçine bak ve kendini her halinle gör diyorlar, insan olmakla gelen her şeyi olduğu gibi kabul et içinde. Çünkü en büyük hediye işte o kabul ile beraber geliyor.

Aşk.
Kendi içindeki birlik ve bütünlüğün doğurduğu o eşsiz, şefkat dolu aşk.

İçindeki o şefkat dolu aşka açıldıkça görüyor ki insan, bu “şifalanma” yani “kendini gerçekleştirme” yolculuğunun aslında o kadar da zor olması gerekmiyor! Evet bedenin, zihnin travmalarla dolu belki ama içindeki ışık onlardan çok daha yüce. Ve içindeki yaralara ışık tutmanın altın erdemleri aslında “güven, kabul, neşe ve haz”. Hayatında bunlardan ne kadar çok var o kadar çabuk iyileşiyor yaralar. Üstelik bunlar için hiçbir nedene ihtiyacın yok, çünkü bunlar dışarda olanlar sayesinde kendine tanıyacağın ödüller değil bunlar senin her an seçebileceğin şeyler. Bunların anahtarı sende ve eğer kendini güvene kabule hazza ve neşeye açmayı seçersen bunları senden kimse de alamaz.

İşte ben şarkı söylemeyi, dans etmeyi bu yüzden çok seviyorum!

Gelmesi gereken, görülmek isteyen, bedenimden salınmak isteyen her şeyi sesimle bedenimle dönüştürüyorum, dans ediyorum onlarla!

Her travmanı bilmek, hatırlamak zorunda değilsin. Sen de dans et onlarla, aç ruhunun kapısını, bırak sesinle senden aksınlar, senin aracılığınla ifade bulsunlar. Asıl şifa acıdan kaçmadan acıyı alıp onunla dans edebilmekle başlıyor. Çünkü bu hayatta ıstırap aslında olana direnmekten doğuyor. Var olan acıyı alıp ona yaratıcı ifade ile alan verdiğimizde o bizden çıkıyor ve sonsuzlukta aynı yolun yolcusu bir başka canın kalbine konuyor. Bizi biz yapan hisler böylelikle kalpten kalbe yollar kuruyor.

Yani asıl şifa sanattan geliyor, yaratıcı ifadeden geliyor canlar.
Negatif ve ağır görüneni, bir ifadeye dönüştürerek güzelleştirmek! İşte bu simyadır, şifadır.

İnsana dair her bir halin dışavurumudur sanat. Sanat görülmek, duyulmak isteyenin insan aracılığıyla kendini doğurmasıdır.

O yüzden hayatınızda muhakkak yaratıcı bir kanal olsun.
Bırakın sizden akması gereken aksın, bu alemde kendi ifadesini bularak dönüşsün, sonsuzlukta yerini alsın…

You Might Also Like