Nepal’de Vipassana Deneyimi
Hani derler ya hayatta tasadüf yoktur diye, ben onu Nepal’de anladım. Her şey her zaman olması gerektiği gibi. Şu anda nerede olman gerekiyorsa oradasın, tesadüf diye bir şey yok. Nepal’de ilk workaway deneyimimiz Budist bir arkadaşın misafirhanesinde çalışmaktı. Çok sıcak bir karşılama ile havaalanından alındık ve doğruca misafirhaneye geldik. Üç katlı büyükçe bir evdi ve evde annesi ve iki köpeği ile yaşamaktaydı ev sahibi arkadaşımız Rakesh. O ev benim için de partnerim için de dönüşüm evi olacaktı henüz bilmiyorduk elbette. O zamanlar yalnızca güzel bir tesadüf tatlı bir rastlantı sanıyorduk o evi.
Nepal’e alışmaca!
İlk birkaç haftamız Kathmandu’da gezmekle geçti. Tapınaklar, şehir içinde yer alan eski saraydan kalma anıtlar arasında keşifler bir yana, yolsuz yollar bitmeyen muson yağmurları, farklı yemekler, dualar, tanrılar ve sizi düdüklemeye çalışan esnaflar ile coğrafyaya, kültüre alışma günleri.
Evde bizimle beraber birkaç workawayer daha vardı bu sebeple işimiz rahattı. Ben duvara resimler yapıyordum, Andres köpek kulubesi yapıyordu. Bazen yemek hazırlıyor bazen de bulaşık yıkıyorduk. İşimiz buydu, yaşam alanına katkıda bulunmak. O yüzden keyifli ve sosyal geçiyordu.
Günlerimizi goygoy yapıp biraz şehirde gezip eve gelip müzik açıp işlerimizle ilgilenmekle geçiriyorduk, işler tıkırındaydı anlayacağınız.
Anlat biraz, neden Nepal?
Tabi sonra arkadaşlıklar derinleşmeye, sohbetler ciddileşmeye başladı. Rakesh neden Nepal’de olduğumuzu merak ediyordu. Ben de anlattım.
Andres’le hep bir seyahat planımız vardı; fakat nereden başlayacağımıza karar veremiyorduk. Birkaç gece üst üste rüyamda uzak doğunun kat kat çatıları olan o meşhur tapınaklarını görmeye başladım. Rüyamda turuncular içinde bir adam bir tapınağın etrafında dolanıyordu, ben de ardından koşuyordum. Sonra bir gece rüyamda hem Everest’i gördüm, hem de maymunlarla dolu bir tapınakta Halit Hocamı gördüm. Ve onun geçtigimiz yaz Nepal’deki maymunlar tapınağını ziyaret ettiğini biliyordum. Metafizik eğitimlerim devam ediyordu, psişik yeteneklerim inanılmaz açılmıştı ve tüm alemlerden rehberlerimle iletişimim doruk noktasındaydı. Neyi sorsam cevabı önüme geliyordu. Niyetimi, rotamızı belirlemeye odakladığımda ise bir akşam kardeşimle belgesel izlerken rüyamdaki tapınak karşıma çıkıverdi, ve tapınak Katmandu’daydı. Böylelikle Nepal’e gitmem gerektiğinden emin olmuştum. Andres’e haber vermek için koşarak yanına gittiğimde ise, Andres önünde dünya haritası açık, asyaya bakıyordu. Bana “Ezgi bence seyahate Nepal’den başlamalıyız ve şu rotayı izleyerek güneye inmeliyiz” deyiverince biz o gün Nepal’e gidiş tek yön biletlerimizi aldık.
Çok etkilendi ve “peki burada ne arıyorsun, sence rüyaların seni neden buraya getirdi?” diye sordu Rakesh.
Çok net bir cevabım yoktu ama bildiğim bir şey vardı “elementler üzerine çalışmak istiyorum, bir usta bulmak istiyorum! Bir şifacı olarak tüm yeteneklerimi kullanabilmek istiyorum.” Evet, niyetim tam olarak buydu!
Kendisiyle paylaştım. O gün daha fazla konuşmadık. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bana Buddha’dan kalma bir öğreti olan Vipassana meditasyonundan ve kendi tecrübesinden bahsetti. “Kesinlikle katılmalısın, 10 günlük bir inziva. Sessizlik içinde günde 12 saat meditasyon yapacaksın. Akşam 9’da yatıp sabah 4’te kalkacaksın. Tahtadan yataklarda yatıp buz gibi dağ suyunda duş alacaksın ama bambaşka bir insan olacaksın söz veriyorum.”
Dhamma Meditasyon Merkezlerini hiç duydunuz mu?
Vipassana’yı elbette yoga eğitmeni olduğum için duymuştum. Türkiye’de Vipassana inzivaları yapıldığını da biliyordum ama hiç kovalamamıştım. Nepal’de bu inzivaya katılmak gönlümden geçiyordu, hatta daha Nepal’e gelmeden Andres’le paylaşmıştım, ama bu şekilde kendiliğinden önüme gelmesi de çok hoşuma gitmişti. Bana en eski orijinal geleneği hala bozmadan koruyan bir öğretmenden: S. N. Goenka’dan, ve onun kurduğu Dhamma meditasyon merkezlerinden bahsetti Rakesh. O yüzden kurallar oldukça katıydı. Ben zaten bir senedir soğuk duş aldığım için o fasıl beni korkutmuyordu ama sabahın 4’ünde kalkıp 12 saat meditasyon yapmak hele 10 gün kimseyle konuşmayacak olmak zihnimi oldukça ürkütüyordu. Yine de kalbimde koca bir evet vardı. Derhal internetten Dhamma meditasyon merkezlerini buldum, en erken tarihteki Vipassana 10 günlük kursuna başvurdum. Erkekler için o tarihte yer yoktu, Andres başvuramadı. Ve bana hemen kabul geldi, 24 ağustosta yani altı gün içinde inzivaya gidiyordum. İnzivadan en az iki hafta önceden kafeini, alkolü, otu, eti yani tüm uyarıcıları kesmek konusunda kesinkez uyarıyorlardı. Teknik olarak bunları yapacak vaktim yoktu, yine de hevesliydim ve kendime güveniyordum. Nepal’de oluşumun bir amacı olduğuna inancım sonsuzdu.
İnzivadan bir gün önce Rakesh yanıma gelip bir şeyler gevelemeye başladı. “Noldu?” diye sordum. “Sana bir şey söylemek istiyorum ama bir yandan da kararsızım” dedi. “Neden?” dedim, “Kafanı karıştırmak ve kararını etkilemek istemiyorum” dedi. Ben de “Hiçbir düşüncemin de kararımın da sorumluluğunu hissetmene gerek yok, istediğini benimle paylaşabilirsin” dedim. Sonra döküldü, bana bilgisayarı açıp yerel bir festivalden bilgiler okutmaya başladı. Hindular, her sene ağustos dolunayında, 4380 metrelik bir dağın tepesindeki göle girerek bedenlerini ve ruhlarını arındırıyor, lokal şamanlar da bu festivalde çıraklarına el verip enerji devrediyorlardı. Böylelikle öğrendim Janai Purnima festivalini ve tabi ki bu deneyimi kaçıramazdım.
Hal böyle olunca, 24 ağustostaki Vipassana kursunu iptal edip Gosaikunda’ya bu Hindu festivaline gitmeye karar verdim, çünkü festival yılda bir kez oluyordu fakat Vipassana’ya önümüzdeki aylarda da gidebilirdim. Vipassana tarihlerimizi netleştirirken bu sefer mail ile hocalarımıza danıştık, çift olarak ayrı oturumlara katılmamızı önerdiler. Andres 14 eylüldeki eğitime kayıt yaptırdı; ben de 1 ekimde olan eğitime kayıt yaptırdım.
Vipassana yaklaştıkça…
Kathmandu’da yapmak istediklerimizin çoğunu tamamlayıp Pokhara’ya geçiş yapmıştık. Pokhara’da günler haftalar geçmiş, Andres’in Vipassana zamanı gelmişti. Pokhara’da bir süre yalnızdım. Andres Peru’dan İstanbul’a geldiğinden beri ilk defa yalnız kalıyordum. O sebeple ilk hafta gün yalan yok yalnızlığımı kutladım, kendimle kalmanın tadını çıkardım. Güzel Nepali yemekleri yiyip her gün kendime papaya muz karışımı hediye ettim. Düzenli olarak göl kenarına gidip meditasyon yaptım, astroloji ve enkarneler üzerine çalışmaya başladım. Kendimle vakit geçirmeyi çok özlemiştim. Yedinci günün sonunda Andres’i özlemeye başladım. Bir şekilde uzaktan, halini, yorgunluğunu, çatışmalarını hissedebiliyordum. Yanımda olmasının bana ne kadar iyi ve güvende hissettirdiğini, Andres’in bana verdiği o tamamen kendim ve özgür olabildiğim alanı idrak ettim ve varlığına şükrederek heyecanla dönmesini bekledim.
Günler geçti, Andres döndü. Biraz yaşlanmış, ama o çok eskilerden tanıdık olgunluğuyla, Peru’da onu ilk gördüğüm andaki kadar ışıl ışıl, bilge ve dingin bir adam olarak geri geldi. Döndüğünde dolunaydı ve o gece duygusal bir açılım yaşadık, eskiden kalan hazımsızlıkları konuştuk, temizledik, bağımız daha da derinleşti. Beraber yalnızca 5 günümüz vardı sonra benim inziva zamanım geliyordu. O yüzden bu beş günü aşk dolu yaşadık; akşamları dondurmamızı alıp göl kenarına gittik, şehirde gezdik, yerel mağazalarda dolandık; ben gidene kadar, iki liseli aşık gibi her anın tadını çıkardık.
Sonunda benim inziva zamanım geldi çattı. Kathmandu’ya inzivamdan iki gün önce gidecektik çünkü öncesinde Gosaikunda’da tanıştığım arkadaşım Bishnu’yu ve okulunu ziyaret edecektik. Bishnu Kathmandu’da bir devlet okulunda matematik öğretmenliği yapmaktaydı ve okullarda bizzat kendisinin yazdığı kitaplar okutulmaktaydı! Benim Gosaikunda’nın buz gibi dağ gölünde oldukça uzun bir süre kalıp meditasyon yapışım oradaki birkaç Hintliyi çok etkilemişti çünkü göl yalnızca yılın iki ayı donmuş halde değildi. Zaten o yüzden her yıl ağustos dolunayında yapılıyordu bu ritüel, yoksa kimsenin göle girmesi mümkün olamazdı. Ve ben meditasyonum bitip de gözlerimi açtığımda insanların başıma toplanıp mantralar söylerek üzerime çiçekler attığını görüp şaşkınlığa uğramıştım! O etkilenenlerden biriydi Bishnu. Benim sudan çıkmama bizzat kendisi yardım edip üzerime bir battaniye sararak “you are a holy person!” (sen kutsal bir insansın) diye tekrarlayıp durmuştu. Ben tabi ne olduğunu anlayamadan kurulanmaya çalışırken kendini tanıtmış ve beni okulunda çocuklara ders vermem için davet etmişti. Dedim “Ben Hindu değilim, Hinduizm öğretemem çocuklara. Ben farkındalık ve yoga öğretmeniyim.” O da dedi ki “sen gel de, bildiğin hakikat neyse onu öğret!” Böylelikle okuluna uğrayıp çocuklarla farkındalık ve meditasyon üzerine eğitim vermek için kendisine söz vermiştim. Sonrasında okul müdürünün de özel davetini alarak okula gitmiş ve 200’e yakın çocuğa ve okul öğretmenlerine ders vermiştim, şükranla anıyorum şimdi. Hayatımın en güzel tecrübelerinden biri olan bu hikayeyi de detaylıca yazacağım bir gün.
Peki ya yanımıza neler almalı?
Bishnu ve çocuklarla geçen iki günün sonunda sabah erkenden Vipassana meditasyon merkezine doğru yola çıkmıştık. Son kez kahve ve poğaça ile kahvaltımı yaptım, orada olduğum süre boyunca yalnızca orada verilen yemekleri yiyecektim ve tabi ki menülerinde kahve olmayacaktı. Çantamı son kez kontrol ettim, gece soğuk olacağı için termal atlet ve tayt almıştım yanıma. Havlular ve iç çamaşırları, inceli kalınlı çoraplar, duş malzemeleri, rahat şalvarlar. T-shirtler, sweatshirtler, meditasyon battaniyelerim ve pançom. Tamamdım. Girişte cüzdan, pasaport, elektronik cihazlar, defter, kitap yani içeride dikkatinizi dağıtabilecek her şeyi alıp kasalara koyuyorlar, on gün boyunca ay param ay telefonum gibi bir derdiniz olmuyor.
Zihinde başlayan çatışmalar
Sevdiceğimle vedalaştım ve inzivama doğru yol aldım. Beni kapıya kadar geçirdiği için mutluydum, böyle bireysel çalışmalarda partnerimin desteğini hissetmek bana çok keyif veriyor. Vipassana tekniğine dair hiçbir şey bilmiyordum ki bu bir artıydı. Sıfırdan deneyerek öğrenmek, eski bilgi üzerine işlemekten daha kolaydı benim için. Heyecanlıydım, zihnimin limitlerini görmek istiyordum. Şimdiden zihin korkular üretmeye başlamıştı: “on gün, günde 12 saat nasıl meditasyon yapacaksın? Her sabah 4’te hayatta kalkamazsın sen! Hele günde iki öğün yiyip akşam yemeği yemeden yalnızca bitki çayıyla geçiştirme kısmı? Kesin birkaç günde bırakıp dönersin..” Güzeel diyordum kendime. Şimdiden bilinmeze giderken zihnimin beni hangi taktiklerle korumaya çalıştığını izleyebiliyordum. Zihnimden bu düşünceler geçerken ayaklarım grup oryantasyonuna doğru beni götürüyordu. Salon çoktan dolmuştu ve tahmin ettiğimden çok daha kalabalıktık. Çok rahat bir 80 kişi vardı. Arkalarda kalan yerlerden birinde oturdum. Çok geçmeden oryantasyon başladı.
Ahlaki değerler önemli azizim…
Vipassana tekniğinin temeli ahlaki değerler. Vipassana diyor ki ahlaki değerler zihnin konsantrasyonunun gelişmesine imkan sağlar, ve ancak konsantrasyon geliştikten sonra içsel bilgelikle zihin arındırılabilir. Ahlaki değerler için meditasyon okulunun 5 ana ilkesi var.
İnziva süresi boyunca:
- Herhangi bir canlıyı öldürmek veya isteyerek zarar vermek
- Herhangi bir şeyi çalmak
- Herhangi bir cinsel aktivitede bulunmak
- Yalan söylemek
- Tüm uyarıcılar, sigara ve alkol tüketimi
Yasak!!
Bunu ‘Etik Kurallar’ olarak size mail ile iki hafta önceden gönderiyorlar zaten. Bunu onaylayarak gelmenizi bekliyorlar, ve oryantasyondan önce en az iki kere sizden doğrulama alıyorlar. Kurallar esnek değil ve net. Burası belli kurallarla yönetilen bir okul, o sebeple kurallara uymazsanız atılırsınız bu kadar basit. Her gün eğitimlerde kuralların nedenlerini detaylıca anlatıyorlar zaten hiç merak etmeyin. Zihin bu kuralları görünce otomatikman korkular üretmeye başlıyor: başaramama korkusu. Halbuki başarı neydi ki? Bu kurallara uymak mı? Kolay olmadığını biliyordum, ama öğrenmek için oradaydım. Kendi sınırlarımı, en derinlere gömdüklerimi, yürümem gereken yolu öğrenmek için oradaydım. Korkacak bir şey yoktu. Her zaman güvendeydim. O zaman başarı, kendime dair ne kadar öğrenebildiğimdi, gerisi ilüzyondu. Zor dediğin neydi ki zaten? Konfor alanından çıkmak değil miydi 🙂 E hadi o zaman, o güç bende var. Bende varsa sende de var.
Diğer ana kurallar ise şöyle devam ediyor:
- 10 gün boyunca tamamen vipassana tekniği uygulamaya adanmak, başka teknikler ile karıştırmamak.
- Asil sessizlik: 10 gün boyunca kimseyle konuşmamak, göz temasında veya fiziksel temasta bulunmamak, işaret dili ile iletişim kurmamak. (yalnızca gerektiğinde ve acil durumlarda öğretmen ile konuşmaya izin veriliyor)
- Erkekler ve kadınlar kesinlikle ayrı alanlarda olmak zorundalar.
- Kristaller, dini objeler getirmek yasak.
- Aksesuarlar ya da dikkat çekecek kıyafetler giymek yasak.
- Kurs süresince tekniği uygulayan diğer kişilerin dikkatini dağıtmamak için, içeride herhangi bir fiziksel aktivite yapmak tavsiye edilmiyor. Yoksa yoganın Vipassana tekniği ile uyumlu ve destekleyici olduğu biliniyor, bunu kendileri de belirtiyorlar. Yani kıyıda köşede kendi halinize iki güneşe selam yapsanız kimse napıyorsun demez, ama meditasyon salonunda handstande kalkarsanız öğretmenler gelip uyarırlar 🙂
- Meditasyonda otururken sabit kalmak.
Oryantasyonda bu kurallar uzunca tekrar edilirken benim aklımda tek bir düşünce vardı, “meditasyon yaparken o kadar uzun süre sabit nasıl oturucam ben?”. Evet samimi söylüyorum, her şeyi geçmiştim de buna takılmıştım. Çünkü oryantasyon boyunca bile yerde iki saat bağdaş kurup oturamamıştım. Kendi meditasyonlarımdan biliyorum, hep 30dk’da bırakmışımdır. Şimdi görecektim yaptığım yogalardan yediğim kebaplardan geriye ne kaldığını!
Oryantasyonda bahsedilen bir diğer konu da her akşam 9da bizden sorumlu öğretmenlerimize sorularımızı yazarak iletebileceğimizdi. Önemli bir konuda onlar seni çağırırlarsa konuşmana da izin veriliyordu fakat bu nadiren oluyordu.
Dhamma Meditasyon Merkezlerinde kurs koşulları
Oryantasyon bitti, dışarıya çıktık servislere bindik ve 10 gün kalacağımız dağ başındaki meditasyon merkezine doğru yola çıktık. Kıvrım kıvrım ve engebeli yollarda içimiz dışımıza çıka çıka sonunda merkeze ulaştık. Pasaport, değerli ve elektronik eşyalar girişte kasalara konuldu, ilgili numara bir kağıt ile bizlere verildi. Bu kağıtta grup meditasyon salonunda ve yemekhanede nerede oturacağın, yurtlarda da nerede kalacağın bilgisi de yer almaktaydı. Orada yazan numaraları takip ederek yatağımı buldum ve yerleştim. Bizim odamız 6 kişilikti ve oda ikişer kişilik bölmelere ayrılmıştı. 1 de gönüllü Vipassana hizmetçisi için yatak vardı. Bu hizmetçiler, eski öğrencilerden yeni kursta gönüllü olarak çalışmak isteyen kişilerden atanıyordu. 10 gün boyunca bu insanlar bize sessiz sessiz yardımcı olacaklardı.
Ben şanslıydım, bizim iki kişilik bölmede tek kalıyordum. Yatak tahtadan olmasına rağmen üzerine battaniye serince ölümcül rahatsız gelmiyordu. Hemen odamızın dibinde duşlar ve tuvaletler vardı. Bu biraz rahatsız ediciydi, uyumaya çalışırken sifon ve duş seslerine maruz kalıyorsunuz ister istemez. Ama bu da tekniğin bir parçası bence, ortak yaşam alanında tamamen konfordan uzak, kendinle başbaşa, zihni disipline etme sahası sağlamak.
Bahçe çok güzeldi, dev ağaçlar, ağaçlarda oradan oraya zıplayan maymunlar, çiçekler, kuş ve böcek sesleri, bir de minik dişi bir kedi yavrusu vardı bahçede. Her yere “maymunlarla elleşmeyin, sevmeye çalışmayın, mesafeli davranmanız tavsiye edilir” tarzı notlar asmışlardı. Ayrıca büyük meditasyon salonunun önünde tahta pano ve hatırlatıcı notlar asılıydı, günlük planı bu tahtadan takip etmek mümkündü.
Herkes yerleştikten sonra akşam 6 gibi yemek yedik (10 gün boyunca akşam yemeğimiz olmayacaktı.), eğitim salonuna gittik ve ilk akşamın eğitimini izledik 1 saat. Oradan, büyük grup meditasyon salonuna geçtik ve orada ilk meditasyon pratiğimizi yaptık. Sonra 9 gibi odalarımıza çekildik ve eğitimin asıl ilk gününe hazır olmak adına erkenden yatağıma attım kendimi. Zaten çok yorulmuştum, bebekler gibi uyudum. Ve sabah 4’te hiç alarm kurmadan ve kimsenin müdahalesi olmadan bahçeden gelen gong sesiyle dinlenmiş bir şekilde uyandım. Kendim de hayret ettim. 4:30’da başlayacak grup meditasyonu için 4:15’te salonda olmalıydım; yerine yerleş, battaniyeleri ayarla, sessizce otur, nefesti odaklanmaydı derken ancak 4:30’da başlıyorsun zaten.
O zaman haydi Vipassana tekniğini tanıyalım biraz:
Vipassana tekniği gözleme dayalı bir teknik. Araştırdığınızda “içgörü meditasyonu” ismiyle de karşınıza çıkacaktır. Vipassana aslında olanı olduğu gibi görmek demek. Zihin ve madde bağıntısını idrak etmek için ilk önce nefesin burun bölgesinde yarattiği etkiyi gözlemleyerek başlıyorsun. Sonra zamanla, bu etki gözlemlemesini bir saat boyunca hiç kıpırdamadan oturarak tüm bedene yayıyorsun. Tüm bedende nasıl duyumlar vuku buluyor, titreme, gıdıklanma, ısınma, üşüme tüm hisleri tepki göstermeden izliyorsun. Bu hislerin bedende birikmiş enerji blokajları olduğunu günlük eğitimlerde detaylıca açıklıyorlar. Sen reaksiyon göstermedikçe değişkenlik yasası gereği her ne his açığa çıktıysa geçip gitmek zorunda çünkü bu hayatta hiçbir şey kalıcı değil ve her şey, her an, her saniye değişmekte. Reaksiyon göstermeyerek zihnin alışmış olduğu davranış paternini değiştirmiş oluyoruz: “olana seyirci kalabilme kabiliyetimizi uyandırıyoruz.”
İnsan nasıl algılıyor (etkiye maruz kalıyor) ve nasıl davranıyor (geri tepki veriyor)?
Bebek beş duyusu aracılığıyla etrafını izleyerek ve kendisi yaşamı deneyimleyerek data biriktiyor. Bu datalar tecrübenin “hoş/nahoş” sonuçlarına göre bir değerlendirme alıyor ve o şekilde kodlanıyor. Örnek vermek gerekirse, çocukken köpek tarafından saldırıya uğramış bireye sokağın sonunda dev bir köpek olduğunu söylerseniz; zihin, eldeki datalardan ilişkili anı ararken çocuklukta yaşanmış bu tatsız travmayı bulacak ve kişiye sessizce hatırlatacaktır. Kişi çocukken bu anıyı hatırlayamayacak kadar küçük dahi olsa, duygu ve beden hafızası ve de zihinin doğası sebebi ile bilinçaltına kodladığı olumsuz hisleri bedeninde yeniden bulacak ve çok geçmeden o sokağa girmemeye karar verecektir. Çünkü zihin bu durumun ‘nahoş’ olduğuna çoktan karar vermiştir. Ama aynı şeyi, çocukluğu köpek çiftliğinde geçmiş ve arası köpeklerle aşırı iyi olan birine söylerseniz zihin olumlu bir değerlendirme yaparak o sokakta dev bir köpek olmasını tehdit olarak algılamayacaktır.
Vipassana tekniği bizlere şunu öğretiyor, eğer olaylara zihin koşullanmışlıklarıyla anında tepki vermez isek başka bir tepki verme ihtimali yaratıyoruz. Zihnin bu alışkanlığını değiştirince karar verme özgürlüğümüzü yeniden elde ediyoruz. Zihnin doğrularını yeniden değerlendirme ve şekillendirme şansı yakalıyoruz. Ve bir süre sonra aynı etkiler bizde aynı tepkileri yaratmamaya başlıyor.
Vipassana’yı Yayan Öğretmen Buddha!
Buddha yalnızca bir spiritüel öğretmen değil; zihin-duygu-duyumlar arasındaki bağıntıyı çözmüş bir bilim adamıydı.
Buddha algımız tarafından tetiklenen duyguları vücutta daima bir tepkinin (yani duyumun) izlediğini; ve duyguları ve duyumları gözlemlersek algımız hakkında bilgi edinebileceğimizi keşfetmişti. Bir düşünün, vahşi bir hayvan görüp de korktuğunuzda kalbiniz hızla atmaya başlar, nefesiniz hızlanır… Biriyle tartışıp sinirlenğinizde bedeni ateş basar, nefes ya sıklaşır ya da tutulur, yüzde kızarma meydana gelir, hatta belki titreme gözlenebilir. Heyecanlandığınızda veya gergin olduğunuzda midede garip kelebekler hissedersiniz değil mi? Bu korelasyonu daha birçok duygu ve duyumda gözlemlemek mümkün.
Ancak Buddha’nın keşfettiği en önemli şey, aslında insanların düşüncelere ya da duygulara değil vücutta hissedilen duyumlara otomatik olarak tepki veriyor oluşuydu. Sempatik sinir sistemini aktif ederek fevri reaksiyon vermemize sebebiyet veren aslında bedende vuku bulan duyumların yarattığı kimsayal değişimdi.
Buddha bu keşif ile duyumlara yani bedene tepki verme dürtüsünün üstesinden geldiğimizde, zihin-duygu-duyum ilişkisini kırmaya ve vücudun kimyasını yeniden yazmaya başladığımızı anlamıştı. Ve bu korelasyonu kırmak demek olana dürtüsel ve otomatik tepki vermek yerine bilinçli yanıtlar verebilmek için alan yaratmak demekti. Sonra da bu keşfini destekleyen Vipassana meditasyon tekniğini öğretmeye başladı. Vipassana aslında kadim bir Hint meditasyon tekniğiydi, yani Vipassanayı Buddha bulmadı ama onu yayan öğretmen olarak tarihte yerini aldı.
Duygusal tetikleyicilerimize bilinçli yanıtlar verebilme yolculuğunda bu bilgi çok kıymetli. Zihinde algılanan her şeyin bedende yankılandığını bilmek demek, bedenle yeterince çalışırsak zihinsel algımızı da değiştirebiliriz demek. Bu bilgi aslında yoga asanalarının da, somatik araçların da, nefes çalışmalarının da temelinde yatan hakikattir.
Unutmayın, duygularımız bizim en önemli öğretmenimiz. Hayata dair algımızı ve algımızın yankılarını duygularımız aracılığıyla gözlemlemek ve öğrenmek mümkün. Fakat çoğumuzun duygularını regüle edebilen ebeveynler tarafından yetiştirilmediği göze alınırsa duygusal olarak pek de olgun olmadığımız, duygularımız ile nasıl bağ kurup onları nasıl dinleyeceğimizi pek de bilmediğimiz gayet aşikar.
İşte bu noktada somatik pratikler aracılığıyla bedenle çalışmak, zihnimizin koşullanmışlıklarını yeniden yazabilmemize yardımcı oluyor! Beden öyle şahane bir şey!
10 gün boyunca derin, içsel çalışma
Ben de bu süreçte meditasyonlarımda tüm kıyaslamalarımı, tahammülsüzlüklerimi, kıskançlıklarımı, öfkemi: o bedenimden çıkan acıyı ve ateşi gözlemledim. Kendimi ne kadar yorduğumu, kasıp kavurduğumu, hala ne kadar kalıplarla yaşadığımı: öğrendiğim bilgileri tecrübeye dökmek dururken nasıl devasa bir entellektüel ego geliştirmiş olduğumu gün be gün gözlemledim. 4. gün ilk defa Vipassana meditasyonu yaptığımızda (ilk 4 gün asıl tekniğe hazırlık çalışmalarıyla geçiyor) 1 saat aralıksız oturarak talimatları dinledik. Tüm bedenimde hissettiğim tek şey yalnızca acı ve gerginlikti. Bacaklarım kopacak gibi uyuşmuş ve acı içindeydi. Zihnim sürekli acıdan kaçmak için bildiğim nefes tekniklerini önüme sunuyordu ama kural belliydi, Vipassana tekniğini başka tekniklerle birleştirmeden, karıştırmadan sabırla uygulamak gerekiyordu. Her nefese sığınışımda tekniğe geri dönmeye zorluyordum kendimi ama bazen acı çok fazlaydı. Meditasyon bittiğinde ben sessiz sessiz ağlıyordum. Kendimi başarısız hissetmiştim. Yalnızca acı hissettiğim için bin kere pozisyon değiştirmiştim ve yapamıyorum diye çok üzülmüştüm. Sürünerek ağlaya ağlaya bizden sorumlu Guru Ama’nın (öğretmen kadın olduğunda “Guru Ama” yani öğretmen anne, erkek olduğunda “Guru Baba” yani öğretmen baba olarak adlandırılıyor merkezde) yanına gittim. Acil bir şey olduğunda bir kağıda sorunu yazarak onlara iletebiliyorsun. Beni gözyaşıma bakmadan “soruları akşam 9’da alıyoruz, akşam gel” diyerek geri gönderdi.
Aynı gün sonraki oturumda 1 saat kıpırdamamak adına kendime söz verdim. Hiç pozisyon değiştirmedim. Bacaklarımdaki acı öyle bir noktaya ulaştı ki, bir süre sonra acıyı bırak, bedenimi hissetmemeye başladım. Uyuştum uyuştum… Sonra birden birileri elektrik vermiş gibi titreşmeye başladı her şey. Beden çeperimi hissediyordum, bittiğim yeri, sınırlarımı, komple bir titreşimden ibarettim, ışık olmuştum, kendi bedenimi altın rengi bir plazma gibi görüyordum (gözlerim kapalıydı elbette ama bir içgörü ile bedenimi görebiliyordum). Kalbimle karnım arasından bir ses konuşmaya başladı “Kendine neler yaptığını görüyor musun? Nasıl ızdırap ürettiğini? Halbuki dayanamayacağın hiçbir şey yok. Sen ışık ve sevgiden var oldun. Yalnızca sevgiyi ve şefkati tecrübe ederek büyümek için buradasın.” O anda etrafımın da ışık doldugunu hissetmeye başladım. Altımdaki minderi, S.N. Goenka’nın talimatları veren sesini, etrafımda oturan canları, salonun duvarlarını, dışardaki sesleri görüyordum, titreşimlerin yaydığı dalgaları hissediyordum. Evet hepsini dev ışık huzmeleri olarak görüyordum, titreşe titreşe yayılan dev ateş topları gibi. O anda bir kez daha idrak ettim bir hakikati: hepimiz aynıydık. Farklı seçimleri deneyimliyorduk ama aynı ilahi ışıktandık. Kimseye kızmaya hakkım yoktu. Utandım aynı ayahuasca seremonimdeki gibi, şefkat doldum, aşk doldum.
İlk üç gün, bu deneyime gelene kadar, yanımda oturan Hintli kıza takmıştım, çok dikkat dağıtıyordu çok gürültülüydü. Meditasyonun ortasında hışır hışır şeker kaplarıyla, saatiyle oynuyordu, çatur çutur parmaklarını kütletiyordu. Daha ilk günden yerimi değiştirmek istedim. Sonra bunun bir tesadüf olmayacağına kanaat getirerek bu sınava gönül açmaya niyet ettim ve aynı yerde oturmaya devam ettim. Ne de olsa ses varsa sessizlik de vardı, nereye odaklanmak istediğim bana kalmıştı.
İşte Vipassana ortasında ışık olmayı deneyimlerken bunun gibi birçok tolere edemediğim insan ve olay o anda farkındalıkla önüme seriliyordu. Bu olayları ve insanları tolere edemediğim için, onların da kendi hayat serüveninde bocaladıklarını bilip de göz ardı ettiğim için, hala kendimde olup ‘bu bana nasıl olur’la boğuştuğumdan zihnimin rahatsızlıklar yarattığını gördüğüm için utandım. Ama sonra kendime de şefkat doldum, ben de daha iyisini bilmiyordum ki. Bildiğim kadardım işte, olduğum kadardım. O anda zihnim bedenimi taramaya devam ediyordu ama çok huzurluydum. Her saniyenin her titreşimin farkındaydım. İçimdeki bilge ile basbaşaydım. Ve bu güzellik içinde huşu ile ağlamaya başladım. Meditasyon bittiğinde gönüllü çalışanlardan biri yanıma gelip “akşam 9’da Guru Ama ile görüş tamam mı?” dedi. Tamam dedim, cok sevinçliydim. Yaşadıklarımı anlatmak, Guru Ama’nın fikrini almak için sabırsızlanıyordum. Aksam 9 oluncaya kadar neyi nasıl anlatacağımı düşündüm.
Her aksam 7-8 arası Vipassananın detaylari ile ilgili kurs veriliyordu. O aksam S.N. Goenka derste “Bugün çoğunuz bedende his ararken acıyla karşılaştığınızda bir şeyler yanlış gidiyormuş gibi hissettiniz ama acıdan daha kuvvetli bir his olabilir mi?” dediğinde çok rahatlamıştım. Bedenimde farklı hisler bulmaya çalışırken hep acı ile karşılaşınca başarısız hissetmiştim ama şimdi anlıyordum bu da çalışmanın bir parçasıydı, acı ile de barışmak gerekiyordu. ‘Hiçbir hoşnutsuzluktan kaçmamak’ değil miydi olayın aslı? Acı işte oradaydı, içinde tepkisizce kalmayı öğrenene kadar da orada olacaktı.
9’da Guru Ama’nın yanına gittim. Bana gülümseyerek “Evet ne sormak istersin?” dedi. Şaşırdım açıkçası, çağırıldığımı sanıyordum. “Sanırım beni görmek istemişsiniz?” dedim merakla. O da şaşırdı, salondaki numaramı sordu. Elindeki kağıtlara baktı “Yemeklerden memnun musunuz?” diye sordu. İyice şaşırdım, memnuniyetimi ilettim. Sonra gelmişken bari kendim anlatayım diye tecrübemi anlattım. “Bazı öğrenciler, hele ki daha önceden meditasyon tecrübesi var ise böyle halüsinasyonlar görebiliyorlar, bunlar da koşullanmışlıklar. Yalnızca beden taramasına, hislere ve bedene odaklan, zihnin hayal dünyası yaratmasına izin verme” dedi. “Bence halüsinasyon değildi, vizyondu. Ve çok güzel ve huzurluydu” dediğimde ise hemen “sakın o hali arzulamaya başlama, tekniği uygulamaya devam et” deyiverdi. Çünkü vipassanada hisleri gözlemlerken uzak durmamız gereken iki şey vardı: arzulama (craving) ve kaçınma (aversion).
Çok hayal kırıklığına uğramıştım. Neler ummuş neler bulmuştum. O gece uykusuzluklarım başladı. Son güne kadar da bir daha uyuyamadım. O gece yatarken ara ara sızdığımda inanılmaz rüyalar gördüm. Bir rüyamda sivrisinek sesi duyuyordum, kalkıp sivrisineği buluyordum yanıma bir kadın gelip gülümseyerek ‘asla kendinden şüphe etme, sivrisinek duyuyorsan oradadır’ diyordu. Bir başka rüyamda Mey hocamı görüyordum. Elementleri anlatiyordu ‘kendi içindeki su ile kendi içinde yanan ateşi söndüreceksin’ diyordu bana. Bunun gibi mesaj dolu bir sürü rüya… Meditasyonlara her gün daha rahat teslim oluyordum, bir seans açıdan ve ateşten mahvoluyordum; hep hatırlatıyordum kendime “sabret, ne de olsa geçici. Hiçbir şey kalıcı değil. Bu da değişecek, bu da geçecek.” Bir seans aşırı sakin ve dingin, huzur içinde oluyordum. Geceleri de uyuyamadıkça Vipassana’ya devam ettim. İnanır mısınız meditasyon yaparak geçirdiğiniz bir gecenin sabahına çok derin uyumus da uyanmış gibi başlıyorsunuz. Ben de kendim deneyimleyene kadar bilmez inanmaz kabul de etmezdim. Ama insomnia başlayınca başka çarem kalmamıştı ve sonuçlar inanılmazdı: sabah 4’te zımba gibi zinde başlıyordum günüme. Bunu da S.N. Goenka bir akşam kursunda belirtiyor, zihin kalıpları sarsılmaya başlayınca uykusuzluklar olabilir, meditasyona devam; diyordu.
Zihnin ürettiği düşünceler duygular zincirine uyku esnasında ara veriyoruz ve dinlenme alanı sunuyoruz. Bedeni tarayarak meditasyona devam ettiğimizde de keskinleşen zihin yalnızca o anda kalmaya odaklandığı için aynı dinlenme etkisini yaratıyor.
Bu 4. gün yaşadıklarım ve öğretmenimden aldığım tepki bana dev bir tokat olmuştu, sanırım “hah tam olarak ulaşman gereken yerdesin” gibi bir onay bekliyordum, onun yerine halüsinasyon gördüğüm söylenmişti!! Bu beni yıldırmadı aksine inat etmektense “evet belki uyduruyorum, belki uydurmuyorum ama bir amaç için buradayım ve bu tekniği uygulamaya kararlıyım.” diyerek verdim gazı kendime, çalışmaya devam ettim.
5. günden sonra günde bir saat meditasyon hücresine girmeye başladık. Karanlık, küçücük, içeride yalnızca bir minderin olduğu bir hücre. Benim için en verimli çalışmalar bu hücrede başladı. Yalan yok, yalnız başıma daha rahat meditasyon yapıyorum; bir empath olduğumdan herkesi bedenimde hissedebiliyor olmak toplu meditasyon yaparken işimi kolaylaştırmıyor.
Hücrede meditasyonum sırasında bedenimin her duyumunu büyük bir farkındalıkla gözlemlerken meditasyon aralarında ise kendime bir köşe bulup yogamı yapıyordum. Esnemek onca saat oturma üzerine kızgın kumlardan soğuk sulara inmek gibi bir etki yaratıyor doğrusu. Hem daha uzun süre konforsuzlukta oturmamıza da yardımcı oluyor yoga. Yemeklerle de aram iyiydi, Nepal’in yemeklerine zaten aşıktım. Yani özetle son 5 gün benim için nispeten daha rahattı.
Andres’i özlüyordum ve çokça onu düşünüyordum. O gittiğinde belirginleşen uzaktan hissetme bağı da doruk noktasına ulaşmıştı. Ne zaman istesem ona bağlanabiliyordum ve beni duyduğunu biliyordum. Ona sürekli sevgimi gönderiyordum ve o sevgiyi ondan da alıyordum. Bir gün yemekten sonra odama gittim, valizimi kurcalarken Andres’ten bir mektup buldum. İçine çok sevdiğimiz resimlerimizden birkaç tane koymuştu. Mektupta şöyle yazıyordu “Şu anda yalnızca kendine odaklanmak için oradasın. Ben hep seninleyim ve önümüzde upuzun bir yol var. Beraber daha çok derine ineceğiz; şimdi yalnızca kendin için çalış, öğrenebileceğin kadar çok öğrenmeye bak.” Şükran dolmuştum, ne güzel bir hayat arkadaşım vardı. Onun bu güzel hatırlatması sayesinde zihnimin sevdiğim adama kaçma kanalı da kapanmıştı. Andres bana kendimle tam olarak baş başa kalabilmek için şahane bir fırsat sunmuştu, ben de aşkla kabul ettim ve kendimi sonraki günlerde daha rahat odaklanırken buldum.
Vipassana’ya dair en sevdiğim şey susmaktı. 10 gün hiç konuşmamak, hiçbir ihtiyacını dile getirmemek, hiçbir hissi ve düşünceyi paylaşmamak. İnsan bu halde kalınca çoğu ihtiyacı da düşünceyi de sırf paylaşmak ve sosyal onay almak için ürettiğini anlıyor. Sessizlik ne güzel ilaç iç sesi duymak için. Zihni de özü de rahatlıkla ayırt edebildiğin bir yer var bedeninde, işte onu bulduruyor sana Vipassana her meditasyon tekniğinin amaçladığı gibi.
Farkındalıklar, heybede kalanlar
Son gün gelip çattığında huzurluydum. Kendime dair çok şey öğrenme fırsatım olmuştu. Asıl sessizlik o gün son bulacaktı. Yanıma bir arkadaş gelip selam verdiğinde konuşamadım dahi. Hangi dilde cevap vereceğimi bilemedim. 10 gün aradan sonra konuşmak çok zor geldi, sarıldım, kendimi tanıttım ve henüz sosyalleşmeye hazır olmadığımı belirttim gülümseyerek. Sonrasında da herhangi bir sosyal etkileşimden kaçtım. O sırada 10 gün boyunca gülümseyerek ihtiyacım olduğunda hep bir şekilde orada olup sessiz de olsa bana yardım eden gönüllü çalışan kızlardan birini gördüm, yanına gittim teşekkür ettim. O da bana bir Guru Baba’yı işaret ederek “buradan ayrılmadan önce kendisiyle konuşman lazım, çok bilge bir kişidir” dedi.
Herkes konuşmanın özgürlüğünü çıkarıp birbiriyle deneyimlerini paylaşırken ben heyecanla Guru Baba’nın yanına koştum. Kapıyı çaldım, kapı açıldığında ise gözlerime inanamadım. O rüyalarımda gördüğüm adam karşımdaydı! Şok olmuştum. Ağlamaya başladım. O ise sadece gülümsedi, bana sarıldı ve beni içeri davet etti. Bana bir çay koydu, ben de ona rüyalarımda onu gördüğümü anlatıp sorular sormaya başladım. Bana dedi ki “biz seninle çok eski dostuz, ve bütün sorularının cevabını zamanı gelince alacaksın.” Sonra benim Vipassana deneyimimi sordu. Ona 4. gün yaşadığım o ışık olma tecrübesini, Guru Ama’nın tecrübeme istinaden söylediklerini ve genel olarak kendi deneyimlerimden öğrendiklerimi anlattım ve bu bedende gözlemlediğimiz duyumların elementlerle ilişkisini sordum. Gözleri gözlerime kilitlenmiş bir şekilde gülümseyerek dinledi. Bir sessizlik oldu. Sonra Guru Baba konuşmaya başladı. “Anlattıkların halüsinasyon değil hakikat. Fakat hepimiz hakikati her an göremeyiz ve hakikat ifade edildiğinde herkes tarafından anlaşılmayabilir. Sen kendinden, deneyimlediğinden ve bildiğinden asla şüphe etme. Çalışmaya devam et. Elementlere gelince… Bedende yer alan her bir duyum bir element karakteristiğini yansıtır ve bunlar biriken duyguların elementi ile aynıdır. Acı, ısınma, bedendeki fazla ateşin temizlenmesidir; gıdıklanma, kaşınma hava elementidir. Ama bunlara odanlanmana gerek yok, sen teknik üzerinde çalıştıkça bulman gereken her şeyi bulacaksın.”
Ne ben ona adını sordum, ne de o bana. Ben ona daha bir sürü soru sordum ama o bana yalnızca “haydi” dedi “çayını soğuttun.” Daha da konuşmadık. Sessizlik ve gülümseme içinde oturduk. Çayımı bitirip gözlerim dolu dolu, teşekkürlerimi sunarak ayrıldım yanından. Eski bir dostu yeniden bulmanın huzuru vardı içimde. Bir tüy kadar hafiftim. Ayahuasca seremonimde neden hep “şefkat” haykırışlarını duyduğumu bir kez daha anlamıştım. Düştüysem de kendime şefkatle sarılıp kalkmayı öğretmem gerekiyordu. Kendimden şüphe etmemeyi, kendimi suçlamamayı, kendi doğruma, kendi içimde emin olduğuma onay aramamayı öğrenmem gerekiyordu. Kendime, eşime, aileme, dostlarıma, etrafımdaki insanlara şefkati, anlayışı yeniden hatırladım. Hepimiz birdik ve hepimizin özü güzellikti. Yalnızca hayata ilk adım attığımızdan beri şekillenen algımızı yeniden şekillendirebilmeyi seçmek gerekiyordu. Ve evet bu kolay değildi, her şey gibi çalışma ve pratik gerektiriyordu. Ama S.N.Goenka’nın da dediği gibi “Çalışmaya devam et, mutlaka başarılı olacaksın.” (“Work diligently, you are bound to be successful!”)
Dünyanın hemen hemen her yerinde gönüllü olarak Buddha’nın insanlığa hediye ettiği Dhamma’yı vipassana tekniği aracılığıyla öğretmeye devam eden Dhamma Meditasyon Merkezlerine bir göz atın derim. Türkiye’de de bildiğim kadarıyla İzmir civarlarında bir merkezleri var.
Belki bir tatilinize siz de böyle bir inziva dahil etmek istersiniz kim bilir!