Nepal’de Son Gün
Üç ay ne çabuk geçivermiş şimdi bakınca. Ellerim kollarım, kalbim dopdolu öğrendiklerimle. Valizim ise daha hafif. Büyümeye gönül verince azaldı eşyalarım, ferrarisini satan bilge gibi.
Dünyanın bambaşka yerlerinde yüzüme çarpan bir hakikat var: anlayış farklı, felsefe farklı, kültür farklı ama korkular aynı, neşe aynı, sevgi aynı. Yani bugün istanbul’a katlanamayıp kendine başka bir yer arıyorsan bil ki dertlerin değişmeyecek. SEN değişmedikçe gördüğün nasıl değişsin ki? Katlanamadıklarının, seni daha iyi bir SEN’e taşımak için karşına çıktıklarını; seni çileden çıkaranların, sana, ÖZ’üne ait olmadığı halde taşımaya inat ettiğin o gazap tohumlarını göstermeye hizmet ettiklerini görünce dünyanın hangi yeri cennete dönüşmez ki?
Egosuzluğa inanmadığımı söylediğimde bir dostum şaşırmıştı, şöyle açıklamıştım: “bu hayata bir kimlikle geliyoruz ve kalıplarla bir BEN algısı yaratıyoruz. Aslında bu bir illüzyon; doğru. Hepimiz aynı bilincin aynı ÖZ’ün farklı formda kendini deneyimleme haliyiz. O zaman yalnızca egodan sıyrılıp dağ başında rahip olmak yeterli olmamalı. Öyle asil bir kimlik yaratabilirsin ki kendine, yanında yörende kimse sinirini bozamaz, canını acıtamaz çünkü sen öyle bir titreşim yayarsın ki, sevgi frekansı taşımayanlar zaten yanına gelemez. Böylelikle yarattığın asil ego ile tüm varoluşa hizmet edebilirsin.”
Bu eşsiz evrenin nasıl bir döngü olduğunu çok kıymetli Halit hocamla çalışarak öğrenmiştim. Bu bilginin ne kadar tehlikeli entellektüel bir kibir yaratabileceğini ise Nepal’de deneyimledim. Her damarıma basan insanda kendimin yansımasını aradım, buldum, temizledim. Pollyannalığın önemini anladım: olumlunun olumluyu çektiğini; insan frekansının polarizasyon yasası ile çalışmadığını, zıt kutup gibi görünenlerin aslında derin yaraların aynaları olduğunu.
Şükürler olsun kalbimi dinleyerek atıldığım bu serüvene. Zihnim ve çantam boş ama kalbim aşkla dolup taşıyor.
Hepinize sarılıyorum hepinizde bir parçamı görerek.