Muhafazakar Bir Toplumda Kadın Olmak
Konservatif bir toplumda kadın olmak, bedenin bir cinsel obje olarak algılanmasın diye korkarak yaşamak, mütemadiyen “elalem ne der” sorusunu cebinde tutarak seçimler yapmak; giyinirken, konuşurken, gülerken dahi özgür olamamak.. Nasıl ağırdır bilir misin?
Sen, kendini ve etrafını cinsiyetsiz görerek her canla bağ kurmak isterken; yalnızca bir kadın bedeni olarak algılanmak ne kadar acıtır haberin var mı? Denizde çırılçıplak yüzmek, ormanda çırılçıplak koşmak, yağmurda çırılçıplak dans etmek isterken; evinde kendinle dahi rahatça çıplak kalamamak nasıl bir yaradır bilir misin?
Ne olduğundan önce nasıl olman gerektiğine odaklanan bir dünyada, “ben kimim” diye soramadan sana dikilen kıyafetleri giymek nasıl kanatır bir fikrin var mı?
Sevmek, sarılmak, öpmek, dokunmak, sevişmek dünyanın en güzel hediyesiyken; bu hediyeleri “ayıplayan” bir kültür içinde büyümek nasıl bir hapistir bilir misin?
Bilirsin bilirim. İnan ben de çok iyi bilirim. Kızamam da üstelik bu cahilliğe. Ama bu konu hakkında söyleyeceklerim var elbet. Haydi bugün kadınlık ve çıplaklık üzerine biraz konuşalım.
Benim Kadınlık Mücadelem
Ben muhafazakar bir aileden gelmiyorum. Hatta annem ve babam oldukça ileri ve açık görüşlüdür; ama ananem kapalıdır. Çocukluğum ebeveynlerimin iş durumundan ötürü tayinlerle köylerde geçtiği için; her ne kadar ailem tarafından özgürce yetiştirilmiş de olsam, kültür ve çevre baskısına maruz kaldım. Boyum uzun olduğu için her zaman dikkat çeken bir kız oldum. Genç kızlığa adım attığımda en yakın erkek arkadaşlarım bile ardımdan benimle yatıp kalktıklarını anlatarak sükse yapmaya çalıştılar. Elime erkek sinek konmamışken küçücük bir şehirde adımı çıkaran insanlara lanet ederek Türkiye’de yaşayabileceğim en büyük şehire, İstanbul’a kaçtım.
Üniversiteye gelene kadar bırak eteği dar pantolon bile giymedim. Üniversitede ise bir dostumun zoru ile ilk dar kotumu aldım, ve “kesin herkes popoma bakıyor” korkusu aylarca sürdü. İş hayatına başlayana kadar etek giymedim. Makyajdan hala hiç anlamam, rimel-eyeliner kadarım. 17 yaşımdan beri aktif bir cinsel yaşamım var, utanarak sıkılarak deneyimlediğim, görünürde ne kadar modern ve aydın yetiştirilmiş olursam olayım yirmili yaşlarımın başında kendimi ve değerimi sorgulayıp yargılamama sebep olan. Çünkü benim kültürümden aldığım cinsellik eğitimi şu: “eğer evlenmeden önce biriyle birlikte olursan namusun bozulur, bir daha kimse sana bakmaz.” Ve böyle kendi bedenimi saklayarak, kadınlığımdan ve cinselliğimden utanarak yaşadım.
Üniversitede kaldığım yurdun yanındaki polis merkezindeki, sözde beni koruması gereken polislerden defalarca laf yedim. Toplu taşıma araçlarında defalarca taciz edildim. Kadınlığıma, kadınlığa iyice küstüm.
Narsist Partnerim
Ta ki 23 yaşımda, hayatıma narsist bir partner girene kadar. Bu partner sayesinde tüm korkularım yüzüme çarpıldı. “Zaten boyun uzun neden topuklu giyiyorsun, etek giyip bacaklarını kime göstermeye çalışıyorsun, eyelinerı kim için çekiyorsun, neden sesli gülüyorsun dikkat çekmeye mi çalışıyorsun, neden işe giderken parfüm sıkıyorsun kime güzel kokmaya çalışıyorsun”larla üç sene yaşadım. Daha da yaşardım, çünkü çok sevildiğime inandırmıştım kendimi, ondandı bunlar(!) Ayrılışımız ise ondan önce birlikte olduğum adamları sebep göstererek bana tecavüz etmeye çalışması sebebiyle oldu.
O gün avazım çıktığı kadar çığlık çığlığa kaloriferlere vurarak yardım istedim komşulardan. Kapıya geldiklerinde en efendi yüzünü takınıp insanlara benim akıl sağlığımın yerinde olmadığını, beni sakinleştirmeye çalıştığını söyledi. Ben de ayakkabımın tekiyle arkasından vurarak kapıdaki komşuları da ittirerek Sindirella misali tek ayakkabıyla kaçtım. Arkamdan koştu, ilk taksiye atladım ve aylarca arkadaşlarımda kaldım korkumdan. Aylarca kendisinden de ölüm tehditi aldım. Polise vermek istedim, kendisi kendisi hem Amerikan vatandaşı eğitimli, eli yüzü düzgün bir Türk; hem de hali vakti yerinde bir banka yöneticisi olduğu için kimse bana inanmadı.
Ve O Partner Sayesinde Başlayan Uyanış Yolculuğum
Bu adam sebebiyle danışmanlık aldığım psikoloğumun sufi olması beni bambaşka bir yolculuğa çıkardı. İlk nefes, meditasyon çalışmalarımı ilk gurum olan psikoloğum sayesinde yaptım. O adamın bana yalnızca ayna olduğunu psikoloğum sayesinde gördüm. Kendi kadınlığımı al aşağı eden, kendimi olduğum gibi göstermekten korkan, cinsel deneyimlerimden utanan bizzat bendim. Bu muameleye razı olan bizzat bendim. Dolayısıyla yaşamak istediğim hayata karar vermesi gereken de bizzat bendim.
Meditasyon ve nefes çalışmalarıma devam ettikçe bilinç daha derinlere çağırdı beni. Sonra yoga eğitmeni oldum ama; hep kadınlarla çalıştım, gittiğim bütün ülkelerde kadın çemberleri düzenledim, hala da düzenliyorum ve çoğunlukla kadınlık ve ilahi dişil üzerine yazıyorum. Çünkü bizzat kadınlık yarasından ölmüş, küllerinden yeniden doğmuş ve türlü ıstıraplardan geçerek içindeki şifacıyı uyandırmış, kadınlığıyla barışmış bir kadınım. Ve yaramdan doğan şifayı paylaşmayı seviyorum.
Kadınlarım Yalnız Değilsiniz!!
İstiyorum ki benzer şeyleri yaşayan, utanıp konuşamayan her kadın bilsin: Yalnız değilsiniz!! Bu adamlar cezalandırılsın, ölsün, gebersin değil malesef çözüm. Çözüm, bu deneyimleri yaşamamamıza sebep olan yarayı görüp onu iyileştirmek. Kadınlık yarası.. Anne yarası.. “Bakalım diye açmadın mı?” cümlelerinden korkup da güçsüzlüğüne inanan, kendi sığınağına gömülen kurban yarası.
Çünkü biz kabul etsek de etmesek de kimsenin bize garezi yok, bu evren bize ve içimizde taşıdıklarımıza yalnızca bir ayna. Biz kendi yaralarımızı görüp iyileştirene kadar deneyimlerimiz artarak hakikate davet ediyor bizi. O yüzden bu yolculukta utanılacak bir şey yok. Paylaştıkça, birbirimize destek oldukça; birbirimizin yolculuğundan ilham alarak büyüme şansımız var.
Hep diyorum benim bu hayattaki görevim insan deneyiminde utançtan konuşulmayan ne varsa konuşmak, yaranın ardındaki şifayı bizzat kendi deneyimimle ispatlayarak göstermek. Ben öyle sadece bilgi aktaran, yalnızca kitap referans veren bir öğretmen değilim. Ben kendi yarasını nasıl sardığını anlatan bir öğretmenim, ben kendine ve başkalarına nasıl şifacı olduğunu paylaşan bir öğretmenim. Ve bugün korkusuzum, bugün bağımsızım, bugün beni cinsel bir obje olarak gören zihniyetle hiçbir sorunum olmadan bedenimi özgürce paylaşabilecek yerdeyim. Çünkü artık kimsenin algısını yönetemeyeceğimi öğrendim.
Özgürlüğü Seçmek Senin Elinde!
Hayatımın 8 senesini köylerde, 9 senesini Eskişehir’de, 13 senesini İstanbul’da geçirdim. Türlü türlü badirelerle önce insan sonra kadın olmayı öğrendim. 2 senedir Türkiye’den uzaktayım. Ve insan her yerde insan. Muhafazakarlık her yerde. Ama özgürlük de her yerde. Özgürlük muhafazakarlığın ortasında dahi bir seçim. Bulunduğun yerden bağımsız bir şey özgürlük. Bana göre,
“Özgürlük, var oluş ve kendini ifade ediş biçiminden, deneyimlerinden ve hatalarından utanmadan; korkusuzca yaşamaktır.”
İşte bugün vardığım yer, her canım kadını da davet etmek istediğim yer: bizim varlığımız öyle güzel öyle kıymetli ki, aradığımız değeri de özgürlüğü de hayatı da kendimize verecek olanlar bizzat bizleriz. Kim ne derse desin! Herkes kendi gördüğü ve konuştuğu kadar. Herkes kendi zihninden, algısından, duygusundan, davranışından sorumlu. Ben bugün tüm algılardan özgür olarak bedenimle, çıplaklığımla, kadınlığımla olduğum gibi görünmeyi seçiyorum. Utanmıyorum ne mememden ne popomdam.
Kadınlığı İnadına, Keyifle Yaşamak Mümkün!
Beni bir bedenden öte göremeyene de kızamam. Şefkat sunarım ancak. Yine de, inadına severim bu bedeni, kim ne der umursamadan. İnadına çıplak yüzerim, dalgalarla sevişirim. İnadına çıplak koşarım ormanlarda, tenim rüzgarla bir olur. İnadına “hastayım” yerine, her ay yaşadığım ölümü onurlandırarak “döngümdeyim” derim kanımdan utanmadan, kimseden sakınmadan!
İnadına her yerde beslerim bebemi; mememden, etimden, sütümden utanmadan. İnadına gurur duyarım bedenimle. İnadına sarılırım herkese cinsiyetsizce, candaki ilahiyi görerek, kendi cinsiyetimi unutarak. İnadına özgürlüğü seçer, özgür yaşarım; bedenimin her uzvunu kutsayarak.
Hepinizi Sorgulamaya Davet Ediyorum
İnsan bedeninden niye utanılır? Ayıp nedir? Çıplaklık mı? Sevişmek mi? Namus nedir? Erkeğe sevişmek mübahken kadına neden namus meselesidir? Erkek kendi kendine mi sevişiyor pardon? Afrikada, Amazonlarda memeleri açık gezen kadınlar neden seks objesi olarak görülmüyor? Namussuz mu o canım kadın analar? Peki biz en modern ve özgür görünenlerimiz bile aslında kültürümüzün yarasını nasıl derinden taşıyoruz, yaşıyoruz farkında mıyız?
Yemek içmek, gülmek ağlamak kadar normal bir şey cinsellik. Hem bir ihtiyaç, hem bir bağ kurma biçimi, hem bir haz kaynağı, hem bir fiziksel egzersiz, hem bir ifade biçimi, hem bir oyun, hem de bedeninin sağlıklı fonksiyon gösterebilmesi için elzem. Hem kadın için hem erkek için gerekli ve önemli! Ne ara günah oldu bu insana ait deneyimler? Bunları sorgulayalım. Değer yargılarımızı yeniden tartışalım. Utanmadan konuşalım.
Gelelim Hayatın Beni Bu Konuda Yazma Davetine
Dün yerde uzanan bikinili fotoğrafımı paylaştığım için bir mesaj aldım. Bedenim bir erkeği tahrik etmişti ve bu niyetim sorgulanırcasına benimle paylaşılıyordu. Önce içimdeki kadın yarasını taşıyan mağdur kızcağız öfkelendi, küstü, ağladı, isyan etti. Ama sonra, bugün yere sağlam basan bu kadın sakince konuşmayı seçti o canla. Çünkü ben kimsenin algıladığı kadar değilim, ve insanları kendi algılarını görmeye davet edebilecek kadar kendi köklerime güveniyorum. Yaradılan her şeye, içimdeki yaradandan ötürü sonsuz saygım ve kabulüm var. “Birlik”teyim.
Ben bedenimle ve güzelliğimle değil; öğretilerimle, yazılarımla, sesimle, müziğimle, dansımla hayat ailesine ulaşıyorum.
Ama bedenimi ve güzelliğimi kutlamakta da özgürüm! Çünkü bu bedeni seçen ve layığıyla onurlandıracak olan benim. Bu dünyada, bu hayatta benim yanımda kalacak tek şey benim canım bedenim. O yüzden bu bedeni umarsızca onurlandırmayı seçiyorum. Bu bedenle geçtiğim maceralardan utanmıyorum. Çıplaklığımdan utanmıyorum. Kadın olduğum için örtünmem gerektiğini düşünmüyorum. Ben bedenimi örtmüyorum diye beni cinsel obje olarak görenin, kendi zihninin sorumluluğunu bana yıkmasını kabul etmiyorum ve o zihinler için özgürlüğümden vazgeçmeyi reddediyorum!
Kimseyi ittirmiyorum, kötülemiyorum. O canların olduğu yeri sonsuz şefkatle görüyorum ve onlara RAĞMEN ben kendim bu hayatta istediğim şekilde var olmayı seçiyorum! Ben hiçbir insani deneyimimden utanmıyorum ve geçtiğim her adımla gurur duyuyorum! İçimdeki yaradanla buluşmak, tanrısal yaratım gücümü devralabilmek için geçtiğim her adımdan geçmem gerekiyordu. Hiçbirini de değiştirmem! Çünkü bugün olduğum yerden mutluyum. Olduğum kadından mutluyum. Kendimi ayrılık illüzyondan kurtararak, deneyimlerimin sorumluluğunu alarak; kendime özgür, bağımsız, bereket ve haz içinde bir hayat kurduğum için gururluyum ve sonsuz şükran içindeyim. Yaşadığım hayatı ve kendimi sonsuz seviyorum.
Hayat ailesinin algısından da özgürüm!
Artık; elalem ne der diye yaşadığım günlerimi ömrüme bir bir geri ekliyorum. Çok uzun süre korkarak giyinemediğim dişiliğimi, bugün gururla taşıyorum. Kadından önce insanım, canım. Öğretildiğim utançlarımı, korkularımı tüm mekanlarda gömüyorum. Yerine tüm kadınlar ve insanlar için aşk ve özgürlük ekiyorum. Hayat ailesinden çekinmiyorum ve artık olduğum gibi görünmeyi seçiyorum. Bir kez bu bedende geldiğim hayatı, layığıyla yaşamaya ant içiyorum. Özgürüm, bağımsızım, limitsizim. Ben bu bedende evimdeyim.
İşte bu yüzden konuşulmayan ne varsa daima şeffaf, korkusuzca yazıyorum, paylaşıyorum! Beraber büyümeye alan açıyorum! Ve kadın erkek herkesi bu güzel, devrim niteliğindeki dolunayda tüm kalıplarımızı ve bu kalıplara istinaden seçimlerimizi sorgulamaya davet ediyorum! Saygınlık, namus, çıplaklık, cinsellik, yasak, tabu… Yeniden tanımlayabilir miyiz? Tanımlayabiliriz. Eğer bana bu vizyon verildiyse bu dünya mümkün. İlahi dişilin el üstünde tutulduğu sonsuz kabul içinde, özgür, ve rengarenk bir dünya yaratıyorum bugün!! Var olduğum müddetçe de bu gaye ile yaşamaya ant içiyorum. Ve de öyle oldu.
Ya Hu!