Benim Uyanış Maceram Nasıl Başladı?
Hepimiz hayat rutininde ilerlerken bir noktada sıkışıp kalıyoruz. Çünkü inşaa ettiğimiz hayatlar doğamıza uygun olmuyor. Anne babamızdan, sosyal çevremizden öğrendiklerimizle bir hayat kuruyoruz, sonra birden yakalıyor depresyon! Peki ya depresyonu hangi araçlarla atlatabiliriz? Benim cevabım seyahat oldu. Kendimi bir anda bilinmeze giden bir macera içinde buluverdim! Peru’da katıldığım bir yoga inzivası, ve katıldığım birkaç kadim ilaç seremonisi hayatımı dönüştürdü. Ama sahi depresyon nasıl baş göstermişti? Hadi gel, belki bu macera sana da bir davet sunar!
Kurumsal hayatımda yedinci senemi tamamlamak üzereydim. Hayatımda biri vardı fakat ilişki bağlamında çok sağlıklı bir düzlemde değildik. Kardeşim üniversite sınavını kazanıp yanıma yerleşmişti. Uzundur yalnız yaşayan birisi için kardeşle ev paylaşmak radikal bir değişimdi ama; 12 sene sonunda kardeşimle yeniden aynı evde yaşayacak olmanın heyecanındaydım. Birbirimizi daha yakından tanıma fırsatımız olacaktı çünkü ben o çocuğu Eskişehir’de bırakıp İstanbul’a yerleştiğimde, O henüz 9 yaşındaydı. Şimdi 21 yaşında genç bir adam olarak yanıma gelecekti ve ilişkimiz “uzaktan birbirini çok seven abla kardeş”ten daha derine inecekti.
Elbette bunun da sınavları farklıydı. Rol yapmadan kendin olarak abla kimliğini yeniden oluşturmak gerekiyordu, samimiyetle yeniden tanışmak. Ki aile ilişkilerinde özellikle bizim kültürümüzde bu çok zor. Hele arada bizimki gibi yaş farkı da çoksa; büyük kardeş örnek olmalı, başı çekmeli sonuçta değil mi? Balık baştan kokar, abla sendelerse kardeş izinden gider. Bu sebeple ailemize hep daha sorumlu ve sorunsuz imajlar çizmeye çalışırız. Fakat bir gün gelir tüm ilişkiler bütün çıplaklığıyla yeniden ele alınmak zorunda kalır. Benim de hayatımın bu evresinde kardeşimle olan ilişkimi yeniden yapılandırmam gerekiyordu.
Serzenişler, şikayetler…
Otuzuma gelmeden ekip yöneticiliği yapmaya başlamıştım, zor tempolu birkaç projeyi aynı anda yürütüyordum. Sorumluluklarım ve çalışma şeklim hoşuma gitmiyordu ve bunu söylenmek için büyük bir keyifle kullanmaya başlamıştım. Bazen şikayetlenerek deşarj olmak haz vermeye başlar, şükran yerine isyan daha kolay gelir ve o şikayetler çorap söküğü gibi artmaya başlar! Ta ki gerçekten duvara toslayıp haline şükretmeyi hatırlayana kadar.
Yemek düzenim alt üst olmuştu. 2016 yılımı aşırı sağlıklı, bol yogalı, yalnız, alkolsüz, az öz insanlı, bol aileli, kedili, doğalı ve gezmeli geçirmiştim. Fakat 2017 tam aksi şekilde ilerlemişti. Çok fazla partiliyor, o konserden bu sergiye, o eğlenceden bu rakıya koşuyordum. Hayatım etkinlikler, alkol, dozu abartılmayan kimyasallar, bolca arkadaş ve çok sevildiğim bir ilişkide kendim olabilme çekişmesi ile geçmekteydi. Yogamı, meditasyonlarımı, kedilerimi, kendimi ihmal eder olmuştum…
Yavaş yavaş gelen o soğuk depresyon!
Bu koşturmaca 2017 eylülünden sonra çatırdamaya başladı. Evde kendimi sebepsiz ağlama krizlerinde buldum. İşyerinde hiçbir pürüze tahammülüm kalmamıştı, çok çalışmış çok yorulmuştum. Üstüne üstlük kendime hiç dinlenme ve üretme alanı sağlamamış, kendimi daha fazla tüketime vermiştim. Eğlenme çatısı altında, aslında kendi enerjimden son kalanları harcamıştım ve elbette bedenim-ruhum-zihnim hepsi birden “pardon da canım bir saniye bakar mısın?” demek zorunda kalacaktı.
Kedim Roka’nın hastalanıp hastaneye kaldırılması ile tetiklenen negatif duygular silsilesi tabi ki bir çığ gibi büyüyecekti; aile içerisinde yaşanan tartışmalar (dayılar ananeler teyzeler, bilirsiniz işte, sizi aslında hiç ilgilendirmediği halde çocukluğunuzdan itibaren kendinizi içinde bulduğunuz nesilden nesile gelen küslükler – bu konuda daha detaylıca sonra konuşacağız), iş yerinde tıkanıp kalan noktalar, ilişkimde “ben ne yapıyorum” sorgulamalarının başlaması, ev değiştirip kardeşle yaşamalar, evde bir cigara sarıp kedilerini kucaklayıp yalnız başına ağlayamamalar, kardeşe “mükemmel” görünebilmek için duyguları içe atıp atıp-atamayıp patlamalar, yiyememeler, içememeler, kilo vermeler ve depresyon…
Tek umut!
İşte o anda tek umudum yazdan biletini almış olduğum Peru inzivasıydı. Her şeyi boşvermiştim. Tek isteğim gitmekti, herkesten her şeyden uzaklaşmak; kendimle baş başa kalmak, kendimi tanımak, anlamak. 28 yaşında ne istediğini bilmeyen, hali vakti yerinde, iyi paralar kazanıp marka kıyafetler giyip istediği hemen hemen her şeyi alabilecek imkanlara sahip mühendis kızımız; sonunda gemileri yakıp “bedeli ne ise hazırım ya Rab, ben kendimi mutlu etmeyi öğrenmek istiyorum” noktasına gelmişti!
Bir rahatlama operasyonu şarttı artık! Kardeşimin yanında daha kendim olmaya çalışarak başlattım operasyonumu. Sonra o zamanki partnerime samimiyetle durumu anlattım ve ilişkimizi noktalayarak devam ettim yoluma. 2017 ekiminden itibaren sosyal etkinlikleri azalttım. Alkolü kestim, sigarayı bıraktım, kahve yerine bitki çayı koydum. Sakinleme alanımı genişletmeye gayret ettim, daha az insanla görüştüm derken aralık geldi çattı.
Bir saniye, Güney Amerika mı o?
İşte o anda bir şey dank etti! Peru’ya, Güney Amerika’ya gidecektim!
Uçuşuyla, aktarmasıyla neredeyse 2 gün yollarda olup 10 günlüğüne Peru’da olacaktım. Bir saniye ya? On günlüğüne Peru’ya mı gidilir? Ezgicim pardon da Machu Picchu senin hayalin değil miydi, 10 gün nedir yani? Sanki İstanbul’dan Kaş’a gidiyosun! Bunu idrak ettiğimde uçuşum ertesi gündü ve ofisteydim. Aceleyle yöneticime koştum ve dudaklarımdan şunlar döküldü:
“Biliyorum çok ani olacak, ama ben de şu an fark ediyorum! Ben 10 günlüğüne izin almıştım ya, ona ek olarak 1 ay da ücretsiz izin alabilir miyim? Çok yoruldum ve kendimi bir katma değer sağlıyor gibi hissetmiyorum. Projelerimi riske atmak da istemiyorum. Bu sebeple izin verin ben bir buçuk ay dinleneyim, döndüğümde daha iyi performans sergileyeceğimden emin olabilirsiniz.”
Pek sevgili yöneticim, kulakları çınlasın, ilk önce tabi ki bir gün önceden talep edilen bir aylık ücretsiz izni ciddiye almadı! Sonra yüzüme baktı, ciddi olduğumu anladı, panik oldu. Sonra kıyamadı, “ben bir genel müdürümüzle konuşayım’ dedi. Konuştu ve benim için müsade istedi, üst yönetim de sene içindeki çalışma tempomu takdir ederek izin verdi. Böylelikle “deneme bile, hayatta olmaz!” diyen zihnime inat, hayatımda bir kez daha risk almıştım ve değmişti: bir buçuk ay Güney Amerika’da olacaktım!
Macera şimdi başlasın!
Akşam eve gittim, birkaç arkadaşım bana güle güle git demeye geldiler. Sabah 9’da uçuşum olmasına rağmen valizimi gece 2’de hazırlamaya başladım ve 4’e kadar sohbet muhabbet arkadaşlarımla oturdum. Sabah da şaşı gözlerim ve şuursuzca hazırlanmış valizimle yola koyuldum. Kendimi bulma niyetiyle en uzun ve en uzak seyahatimi tek başıma yapmak üzere vurdum kendimi Peru’ya!
Peru’da Noor Tribe aracılığıyla katıldığım Mey Elbi ile yoga inzivası hayatımı dönüştürecekti, haberim yoktu! Sonra neler mi oldu? Bir sonraki yazımda bu inziva sayesinde, Yunus Emre’nin “bir ben var bende, benden içeri” sözlerini nasıl idrak ettiğimi detaylıca anlattım. Macera asıl Peru’dan sonra başlıyor!