Kurban Yarası
Hepimiz yaralıyız. Ve yaralarımızdan birilerini sorumlu tutuyoruz. Birbirimizi suçlayarak yaralarımız iyileşir sanıyoruz. Hepimizin ailelerinde dozu değişkenlik gösterse de sevgi çatısı altında maruz kaldığımız işlev bozuklukları var. Kırgınız. Fakat Rumi ne der? Yara ışığın bedene girdiği yerdir. Yani kırıldığımız kadar parlayabiliriz, yaralarımız bizim yol göstericilerimiz.
İnsanlığın Doğası
İlk önce insanlığın doğasını anlayıp kabul etmemiz gerekiyor: büyümek için kırılmak, ölüp ölüp yeniden doğmak gerekiyor! Kırgınlıklarımız çok güzel bizim. Gelişimimizde gerekli. Kırıldığımız yerden tomurcuklanıyor, çiçekler açıyoruz. Aile içinde aldığımız ilk yaralar ömür boyu sınavımız oluyor ki özgürleşelim, kendi otantik benliğimizi bulup daha farklı bir jenerasyon büyütebilelim.
Fakat hepimiz yaralarımızda takılı kalmaya ve etrafımızı sorumlu tutmaya meyilliyiz. Çünkü diğer opsiyon sorumluluk almayı gerektiriyor. Çünkü suçlayarak nahoş olanın içinde kalmak, özgürleşmeyi seçmekten daha kolay. İşte bu yüzden taşımaya gönüllü olduğumuz bir yara var: kurban yarası.
Kendini Feda Etmek Artık Son Bulmalı!
Bastırılmış feminen nedeniyle, özellikle kadından kadına aktardığımız bu yara en az dokuz jenerasyon önceye gidiyor. Kadın kendini güçsüz olduğuna inandırdığından beri, fedakar mağduru oynuyor. Kendini özgür kılamadıkça da etrafını suçluyor, şikayetlenerek içinde bulunduğu durumda kalmaya da razı oluyor. Bu artık iyileşmesi gereken derin yarayı istisnasız hepimiz taşıyoruz. İlişkilerde kalabilmek uğruna kendimizi feda etmeyi seçiyoruz.
Hepimiz o parmağı başkalarına doğrultup düşman ilan etmeyi öğreniyoruz. Evreni anlayamadıkça, frekansımızın çektilerini ya da seçimlerimizin sonuçlarını yaşadığımızı kabul etmekte zorlanıyor; mağduru oynamaya devam ediyoruz. Peki ya ben size desem ki ailelerimizi bile biz seçiyoruz bu aleme gelmeden? Sınavımızı, tekamülümüzü seçerek geliyoruz ki taşınan bazı döngüleri kıralım yerine ışık koyalım, çiçeklenelim.
Ama bu döngüleri kırmak kolay değil.
Bu döngüleri kırabilmek için bin kere kırılmak, üzerine bin kere daha kırılmaya da gönüllü olmak gerekiyor. Hayatımızda tekerrür eden hikayelere dalmak, korktuklarımızın inatla gözünün içine bakmak, hayrı olmayan bağları teker teker kesmek gerekiyor. Hayata güvenmek, hayatın, yaradılışın bizlerden daha bilge olduğuna güvenmek gerekiyor.
Ve biliyorum bu kolay değil. Çünkü kol kırılır yen içinde kalır diye öğrenerek büyüyoruz. İşlevsiz durumlarda kaldığımızda dışarıya hiçbir şey yokmuşçasına gülümsemeyi öğreniyoruz. Elalem ne der korkusundan yaralarımızdan değil havadan sudan konuşarak bağ kurmayı öğreniyoruz. Bunların hepsinin üzerini örtmeye sevgi diyoruz, gerçekten de işlevsizliği sevgi sanıyoruz, aşk sanıyoruz. Böylece döngüleri kırmak üzere seçtiğimiz yaraları sessizce ve gönüllüce taşımaya devam ediyor, çocuklarımıza, yarınlarımıza bırakıyoruz…
İşlevsizlik olağandır!
Önce gelin barış yapalım: işlevsizlik insanın doğasında vardır ve olağandır. İnsana aittir. Bunda saklanacak, utanılacak bir şey yok. İnsan hata yapa yapa öğrenir, düşe düşe yürümeye başlar. O yüzden aslında “hata” diye bir şey yoktur. Öğrenilmesi gereken ders ve geçilmesi gereken deneyim vardır. Bu hayat, bizler alınması gereken dersleri alana kadar, kendimizin en iyi en bağımsız versiyonu olana kadar geçilmesi gereken deneyimleri ve insanları bize getirecektir. Bundan kaçmak da korkmak da boşunadır. Çünkü hepsi bizim içindir. Ha elbet her zaman haz dolu ve tatlı değildir ama işte çiçekler açabilmek için tohumun yarılması gerekir. Sanıyor musunuz ki tırtıl kelebeğe dönüşürken acıdan geçmiyor?
Kendi Kanatlarınızı Kırmayın!
Bugün, bu özellikle kadından kadına aktardığımız kurban yarasını hep beraber şifalandırmaya davet ediyorum sizleri. Gelin sorun kendinize, hayatınızda size yararından çok zararı olmasına rağmen yokluklarından korktuğunuz için, kendinize ve hayata güvenmediğiniz için, arada aile bağı olduğu için, eşim dostum çocukluk arkadaşım dediğiniz için, olay büyümesin diye sustuğunuz için hayatınızda tutarak kendinizi mahkum bıraktığınız hangi seçimlerinizden mağdursunuz? Şikayetlendiğiniz, değişmesini istediğiniz halde; değiştiremeyeceğini gördüğünüz hangi kapıları inatla açık tutmaktasınız? Kendi kanatlarınızı açıp uçmak dururken canım kadınlar, kimlerden kendinizi güçsüz görüp de kanatlarınızı kırmayı göze alarak o küçücük kaplarda sıkışıp kalmaya razı olmaktasınız?
Bu döngü ancak bizler kendimizi seçtiğimiz zaman kırılacak. Bizler kendimizi hayatımızdakilerden aldığımız onaylarla değil, yaralarımızla tüm deneyimlerimizle kabul edip sevmeyi öğrendiğimiz zaman kırılacak. Kurban ya da zalim yok. Senin durdurmayı seçebileceğin işlevsizlikler var. Susma. Çünkü senin sesin kıymetli, yegane, biricik. Sen yaradanın gözünde nadideyken, kendini yerlere serip de beni paspas yaptılar diye gocunma gayrı. Kendini yere sermeyi bildiğin gibi uçmayı da bilirsin, hatırla. Ve artık gücünü kimselerin onayına, takdirine, sevgisine takas etme. Kendi mutluluğunu seçmek senin elinde!
Artık Taçlarımızı Yeniden Takma Zamanı!
Bu hayata kadın olarak gelmeyi seçen tüm kızçelerime sesleniyorum; bizler değişimin tanrıçalarıyız. Başımıza tacımızı takmak yerine saçımızı süpürge etmeyi seçen bizleriz. Artık kimseyi sorumlu tutup suçlamadan seçimlerimizin sorumluluğunu alarak tahtımıza çıkma zamanı. Kendi zincirlerimizi kırma, özgürleşme zamanı. Sakın korkma, sen kendini seçtikçe hayat sana nimetlerini akıtmaya hazır. Asla yalnız değilsin ve daima korunuyorsun. Sen en büyük güzelliklere layık olduğunu kabul ettiğin an, evren seni pamuklara sarıp sarmalamak için can atıyor olacak!
Aşkla!