Göklerden Değişim Emri Geldi!

16 Temmuz dolunay günü yaşayacağımız ay tutulması ile birlikte değişim emri geldi sevgili canlar. Bu senenin başından beri çok ciddi seviyede enerji frekansı değişimine maruz kalıyoruz, lakin bu yazınki bir başka. İstesek de istemesek de konfor alanlarımızdan çıkarılıyoruz daha iyi bir benliğe ulaşabilmek için. Tadımız kaçıyor, tam bitirmiştik dediğimiz işler başa sarıyor, planlar birer birer tıkanıyor ki, kendi planımızı değil ilahi planı yaşadığımız hatırlatılsın. Çok çok önemli bu süreç, her saniyedeki duyguya düşünceye dikkatle gözlem sunmak gereken bir süreç.

Konfor alanı ne demek?

Hatırlarım ilk yoga dersimde, hocamın konfor alanından bahsetmesi ile böyle bir tabirden haberdar olmuştum. Çok önemli bir yere dokunmuştu bende, hakikaten konforum hiç sarsılsın, bozulsun istemediğimi fark etmiştim, içinde tolere edebildiğim tonla tatsızlık olmasına rağmen. Çünkü zihnin hayatta kalma stratejisi, bu konfor alanını zorunlu kılıyordu aslında.

Konfor alanı demek “bilinmezin yarattığı korku sebebi ile yaratılan bilinen, tanıdık alan” demek. Aman olumsuz olsun da belirsiz olmasın, diyen yanımız yani.

Nasıl şekilleniyor konfor alanı?

İnsan, ta anne karnında gelişimi başladığı andan; dünyaya gelip 7 yaşına eriştiği zamana kadar veri topluyor. Aileden, çevreden, kendi deneyimlerinden, duygular (emotion), duyumlar (sensation) ve 5 duyu (sense) aracılığıyla toplanan veriler, “hoş-nahoş durumlar + bu durumlar karşısında hissedilen duygular listesi”nde birleşiyor ve bilinçaltımızda bizim konfor alanımızı oluşturuyor. Orası artık bizim ‘bilinen’ krallığımız ve o liste, farkında bile olmadan ömrümüz boyunca o tanıdık konfor alanında kalmaya meyil edecek kararlar vermemize sebep oluyor.

Peki ya kabul alanı?

Kabul alanı ise tamamen bize, o otantik özümüze özgü, “bizde kabulü olup da haz ve sevgi getirenler + bizde kabulü olmayan ve enerji götürenler listesi”. Yani kabul alanımızla tanışmak için özümüzle bağ kurup gerçekten nelerin bize haz verdiğini ve nelerin bizden neşe, güç götürdüğünü tespit etmemiz gerek.

Hayatın amacı; konfor alanından çıkıp kabul alanında yaşamayı seçmektir!

Çünkü konfor alanı, belirsizlik korkusu sebebiyle; bizi kabul alanımız dışında kalan, enerjimizi sömüren, bize hayrı olmadığı halde sırf tanıdık olduğu için hayatımızda olmasını tolere edebildiğimiz tüm davranışları tutuyor içerisinde. Eğer sürekli tartışan ebeveynler ile büyümüş isek, bu bizim konfor alanımızda tanıdıklaştığı için; sürekli tartışma yaşadığımız ilişki bizim normalimiz haline gelebiliyor ve ‘bilinen’ krallıkta bu tolere edilebilir oluyor. Eğer konfor alanı şekillenirken, yaşanan kültürde “ayıp” inancı var ise; bu durum bizlerde “varsayımda bulunma, başkası adına düşünme ve başkasının da bizim hakkında ne düşüneceğini önemseme” davranışını bilinir kılıyor ve konfor alanı bizi hep bu davranış ekseninde tutmaya çalışıyor.

Büyüme ve evrilme ne yazık ki konfor alanından gelmiyor, gelemiyor…

Gördüğünüz gibi, konfor alanında gelişmek mümkün değil. Çünkü o bizleri yarına güvenli tutabilmek için tanıdık olayları tekrar etme mekanizması taşıyor. Yeni, bilinmez deneyim istemiyor. Zihin acısız hayat istiyor. Tanıdık olmayan acı ile nasıl başa çıkacağını bilmediğinden, çözümü elindeki listede bulamayacağından; tanıdık acıları tolere etmeye göz yumuyor, çünkü nahoş olsa dahi ‘tanıdık’ ve ‘bilinen’, her zaman tolere edilebilir.

Bu sebeple çoğumuz ailemizde, doğduğumuz ülkede kodlanılan normların ötesine geçemiyor; kendi özümüze, doğamıza uygun hayatlar inşaa edemiyoruz. Zihin hep tekrara, bilinene kaçıyor.

Artık kaçış yok! Bu defa Nakka!

Ay tutulması ile birlikte değişim zorunlu olarak başlıyor, kaçış yok. Hepimiz kendi içimizde “haz ve sevgi neydi yahu?” sorusunu sormaya başladık bile. Görüyoruz nesillerden taşıdımız kalıpları: kadınlık, erkeklik, başarı, bereket, zenginlik, büyümek, konfor, risk, hayat amacı tanımlarımızı, öğretildiklerimizi… Hepimiz davet ediliyoruz kendi kabul alanımız ile tanışıp yalnızca ona sadık olmaya.

İyi hoş da konfor alanından nasıl çıkıcaz??

Instagram hesabımı ve facebook sayfamı takip edenler fark etmişlerdir, son bir aydır şarkı söylediğim, kendi kendime şebeklikler yaptığım videoları paylaşmaya başladım. Çünkü bu da benim konfor alanından çıkış mücadelem. Şarkı söylemeyi çocukluğumdan beri çok sevmişimdir. Çocukken bana “büyüyünce ne olacaksın” diye sorduklarında ya dansöz ya şarkıcı derdim 🙂 Gittim bilgisayar mühendisi oldum, çünkü kök bilincimde “para kazanacak meslek seç, diğerini hobi olarak gene yapabilirsin.” kodlanmıştı.

İki öğretmen çocuğu olarak, gerçekten çok yönlü yetiştirildim, şükürler olsun sporla da sanatla da ilgilendim çocukluğumda, fakat akademik başarı odak noktamızdı. Çünkü Türkiye’nin yaşam koşulları ve ailemin 60’lar ve 80’ler arasında tanıklık ettiği Türkiye gerçekliği “kendi ayakları üzerinde durabilen, özgür bir birey” olabilmek için ekonomik bağımsızlığı şart koşuyordu. Bu aslında yalnızca Türkiye’nin gerçeği değil, endüstri devriminin etkileri (aslında sağlıklı kullanılmayan eril öz ile var edilen sistemin etkileri) çok çalışmayı ve para kazanmayı bizlere öncelik olarak öğretiyordu. Sıra arkadaşımız rakibimiz oluyor, çocukluğumuzdan itibaren başarı peşinde koşar oluyorduk. Birlik bilinci, endüstri devriminin getirdikleri ile (hatta aslında çok çok daha eskiye dayanıyor- ayrıca konuşacağız bunlardan) resmen yok edilmişti.

Fakat içimde hiç bu denli kuvettle duymadığım sezgilerim, dişil özüm bana şu sıra diyor ki:

“Çık artık o konfor alanından. Yeter! Koşturup durduğun, takdir görmek için verdiğin, sevilmek için rollere büründüğün dönem bitti artık. Takdir ve başarı değil; haz ve sevgi olacak motivasyonun! Çünkü yalnızca ve yalnızca, kendine sonsuz sevgi ve haz sağlama motivasyonu seni gerçek başarıya zaten taşıyacak! Hatta sana öyle bir takdir getirecek ki; doğana uygun olmayan yaşamlarda aldığın samimiyetsiz, ruha dokunmayan onaylamalardan çok daha öteye taşıyacak seni, evrenin takdirini alacaksın.”

Dışarda olana bitene inat içe dön!

Şimdi dünyamızın yükselen frekansına uyumlanırken dişil özümüz hepimizde canlanıyor. Eril öz ile taşıdığımız “yapma, verme, koşma, güç kullanma” kabiliyetlerimiz dengesizleşiyor, dişil özün getirdiği “olma, alma, durma, kabul etme” kabiliyetlerimiz uyanırken. Değişim biz istesek de istemesek de geldi, geliyor canlar. Bu durum, inanın hayatımızda şu anda tatsızlığa sebep olsa da; özgürlüğe, aydınlığa gitme yolunda evren tarafından destekleniyoruz. Hayattan almaya davet ediliyoruz, koşmak yerine dinlenmeye, güç kullanmak değiştirmek yerine kabul etmeye, oradan oraya koşturmak yerine “yahu ben kimdim ne isterdim” diye bir sorup ‘yapmak’tan ‘olmaya’ davet ediliyoruz.

O yüzden şimdi bir dikkatlice bakar mısın, hayat senden neleri aldı, neleri değiştirmeni istiyor artık? Neleri zorlamasan daha iyi olur, ya da ötelediğin neleri artık haz için hayatına katmalısın? Kontrolcülüğü, mükemmelliyetçiliği daha ne kadar üzerinde taşıyacaksın? Nelerde arzuların, hayallerin için risk alıp bilinmeze teslim olmayı seçebilirsin? Ayıp olur, elalem ne der diye yapmayı bıraktığın keyiflerine bir bakar mısın? Başkasına nezaket olsun diye kendine ettiğin nezaketsizlikleri, sorun çıkmasın diye sustuğun tüm sorunları görebilirsin artık, çünkü önündeler 🙂

SEÇİM SENİN!

Artık seçim yapma zamanı. Ebeveynlerimizi, kültürümüzü taklit ve tekrar mi edelim? Yoksa en otantik benliğimize kavuşup birlik olup hayatı hep beraber sevgiyle mi dolduralım? Bu ay tutulması bizden sorumluluk, iş, para, koşturmaca dinamiklerimize bakıp hepsine bir tutam haz katalım; artık hiç katamıyorsak da, haz dolu yeni bir anlayış ve düzen yaratalım ister.

Biz istesek de istemesek de hayat, hayrımıza olanı getirir, hayrımıza olmayanı götürür. Amma velakin ki konfor alanına olan saplantımız, acıdan ve değişimden korkmamız, hayatın akışında gitmemizi engeller ve bereketle şimdimize akacakları ötelememize ve geciktirmemize sebep olur. O yüzden tam da şimdi, takdir beklemeden hazlarımız ve yeteneklerimizde görünür olmak, tekrar edip edip duvara tosladıklarımızda değişime gönüllü olmak, risk almak, BİLİNMEZLE BARIŞMAK VE HAYATA TESLİM OLMAK ELZEMDİR!

Doğumun acıyla olması boşuna değildir; hayata gelişimiz, hayatın nasıl geçeceğinin özetidir aslında. Önce o ciğerleri yakan hayata bir ağlarız, sonra gülücüklere dönüşür o göz yaşları. Asıl maharet, şimdide şu anda kalarak gülücüğe de göz yaşına da eşit mesafede kalp açabilmek!

Unutmayalım, acı ile büyüyoruz. Bu dual dünyada en muhteşem mucizeler, önce acıdan geçer. Enerjinin dalga dalga yayıldığı evrende, dalgalardan kaçıp sabitlik beklemek, bu evrenin doğasına aykırıdır. Sizlere bir sır vererek bugünkü yazımı noktalıyorum:

“Sen kendi gücünün farkına varana kadar; hayat, sana olandır. Kendi gücünün farkına vardığında, deneyimlerini hem yaratan hem yaşayan olduğunu göreceksin ve hayat yalnızca sana yardım etmek için bekliyor olacak. Çünkü yaradanın ilahi ışığı sana üflendi. Ve buraya yalnızca sevgi, keyif dolu deneyimler yaratmayı öğrenmeye geldin.”

Bu tutulmada, özümüz, sonsuzluğumuz ve ölümsüzlüğümüzle yeniden bağ kurabilmek dileğiyle, dolunayımız kutlu olsun.

Aşkla,

You Might Also Like