Eve Dönüş

Upuzun bir aradan sonra anavatana ayak basmanın çok farklı duygularını yaşıyorum. Köklerden uzakta dallar uzanıp çiçekler açtığım, uzadıkça kendime kök saldığım, kendimi buldukça köklerime hasret kaldığım koskoca bir 5 yıl. Bana anlatılan, olduğum ve olmam gereken söylenilen her kimlikten soyunduğum, tanıdık gözlerden alışıldık sözlerden uzakta kendi doğrumu, kendi sesimi, kendi otantik benliğimi bulduğum o zorlu ama gerekli koza yılları. Bir tırtılın kelebek olmadan önce eriyip çorba kıvamına gelmesi misali, kendimi önce yok edip sonra rengarek yeniden doğurduğum yıllar.

Yıllar boyu öğrenip çalıştığım her öğretiyi, deneyimlerle bilgiden bilgeliğe dönüştürüp iliklerime işleyerek “vaazlarım”la “adımlarım”ı hizaladığım yıllar.

Eve dönüş içimde bir heyecan, bir kutlama. 

Evden ayrılan, o “ben kimim, ne istiyorum bu hayattan?” soruları içinde kaybolan çiçeği burnunda, ezber tekrarlayan öğretmenden; elinde hakikatin keskin kılıcı, kendini ve görevlerini bilmenin sonsuz hazzı ve özgürlüğü içinde kendi öğretileri ile eve dönen bu müdanasız ve korkusuz elçiye… 

Çok şükür Ya Hu!
Önce evim oldum da sonra eve geldim.

Aynada gördüğüm gözlerde sonsuz bir şevk var şimdi, hayata dair kutsal bir amaç. Her güne uyanan bu gözlerin de ilk gördüğü aşk artık; her gün ise o aşkı sonsuz kutlamaya araç.

Kahramanın yolculuğu bu ya, aslında her yol başladığı yerde bitermiş, sadece daha derin bir bilinç ile yola farklı gözlerden bakar da, önceden görünmez olanları görür hale gelir imiş kahraman.

Başladığım yerdeyim. Ama başladığım halden eser yok. Bu gözlerin bu kutsal topraklarda gördükleri de yalnızca aşk artık.

Çok şükür Ya Hu!
İliklerimde aşka uymayan ne varsa, söktüm de geldim.

Eğitimlerime katılan, yazdıklarımı okuyan, beni çocukluğumdan ve gençliğimden tanıyanlar iyi bilirler; hedefimin, dileğimin, yaptığım her işin ardındaki yegane arzumun yeni nesillere farkındalık, otantik benlik ve yaratıcı ifade temelli yepyeni bir eğitim sistemi bırakmak olduğunu.

Fakat önce dünyada bırakmak istediği izin yolunu yürümeli insan. “Herkes buradan gitmeli” diye kenarda bekleyerek yol göstermek kolaydır, önce gösterdiği yolu kendi arşınlayacak insan. O yüzden benim de kendi kimliğimi, özgün sesimi, yaratıcı ifademi akıtabileceğim otantik kanalları bulmam gerekiyordu. Önce öğrettiklerimde kendimi bulmam gerekiyordu, öğrettiklerimden nelerin benim ruhumdan taşıp geldiğini, kendi hakikatimin ne olduğunu.

Çok şükür Ya Hu!
Bir anka kuşu misali, kendimi yakıp kül edip küllerimden yeniden doğarak geldim.

Ve Değişim Kaçınılmazdı..

7 senedir yoga, tantra, farkındalık, spiritüel yaşam ve alternatif sağlık ve şifa yöntemleri üzerine öğretmenlik ve enerji çalışmaları yapıyor olsam da son bir sene odağımı ve çalışma tarzımı değiştirdim. İnşaa ettiğim, otantik olmayan tüm kaleleri yıktım. Öğretmenlerimden öğrendiklerimi tekrar etmeyi bıraktım, yaptığım her işte bana ait olanı buldum. Bu yolda yürümem gereken özgün yolumu buldum. Ezberleri bıraktım. Kendi ruhumdaki öğretmeni buldum. 

Enerji çalışmalarım yüreğimde doğa ananın çağrısını duyduğum toprakları ziyaret edip sesimle ve şifacılığımla kanallık ederek hem kolektifte hem toprakta ilahi dişil aktivasyonu yapmaya dönüştü. Eğitimlerimin içeriğinde de bilinçli ilişkiler kurma sanatını önceliklendirmeye başladım.

Zira anladım ki eğer yeni nesillere yepyeni bir eğitim sunmak istiyorsam önce bugünün yetişkinlerini farkındalıklı ve bilinçli aşk ve ilişkiler üzerine eğitmem gerek. Çünkü ne de olsa ebeveynler bir çocuğun ilk ve en önemli öğretmenleri. Bir yetişkin önce kendisi için sağlıklı bir eş ve çocuğunu yetiştirebileceği sağlıklı bir ortam seçebilmeli; önce hane sağlıklı olmalı ki yeni nesiller sağlıklı olsun.

Aşka Çağrı!

Çağrıyı bu sefer bu kutsal topraklardan duydum da geldim.
Yani döndüm dolaştım, kariyerimde de başladığım yere geldim.
Aşkla çıktığım bu yolda, aşk oldum da geldim.

Çünkü anladım, her şeyin özüydü aşk. İnsan doğumundan ölümüne aşkı arıyordu. Dokunduğu her cana aşkı soruyordu. Halbuki bilmiyordu, aşk dıştan içe değil, içten dışa akıyordu. Dokunduğu canlarda aşkı deneyimlemek için önce kendinde aşkı tatmalıydı insan.

Çünkü o aşk diye aradığı aslında hep kendisiydi.

Bu spiritüel dünyada var olan her öğreti bu yüzden içe dön diyordu. Çünkü içeride bulunmayanın dışarıda kıymeti yoktu. İnsan kendine veremediklerini dışarıda aradıkça meme bekleyerek ağlayan bir bebeden öteye gidemiyordu. Çünkü insan okyanusun içindeki bir damla değildi, bir damlanın içindeki okyanustu. İnsanın kendi içindeki sonsuzluğa uyanması gerekiyordu, kendini ışığıyla karanlığıyla sevmesi gerekiyordu, özgün kimliğine soyunması gerekiyordu, aradığı sevgili olması gerekiyordu, içindeki aşkı kendisiyle yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu ki maddi dünyaya yansıyan da o içteki aşk olabilsin.

Gelelim Asıl Meseleye!

Maneviyata dönmenin asıl amacı da hep buydu: içteki aşkı alevlendirip de maddi dünyada yaşamak yaşatmak! Asıl mesele, maneviyatı maddiyata uygulayabilmekti; ilahiyi canda deneyimleyebilmek!

Sonuçta eğer yaptığın spiritüel pratikler, iletişim diline, duygusal olgunluğuna, yaşadığın aşkların, ilişkilerin, sevişmelerin kalitesine yansıyamıyorsa ne anlamı var?

Kalbimde duyduğum, kuşkusuz bildiğim hakikat şu: Bizler spiritüelliği öğrenmeye çalışan insanlar değiliz. Bizler insanlığı öğrenmeye çalışan spiritüel varlıklarız.

Manevi yaşamın öğretileri bugün içinde bulunduğumuz maddi alemin kalitesini değiştirmiyorsa ne anlamı var? Yoga dersine girip çıktıktan sonra huzursuz bir eve, üzen bir sevgiliye geliyorsan ne anlamı var? Doğada birkaç gün inzivaya çekilmiş huzur içinde meditasyonunu yapmışsın, sonra şehire dönüp binlerce (hatta milyonlarca) insan içinde o huzuru bulamadıkça ne anlamı var? İstersen yoganın sekiz basamağını yala yut, annenle babanla ilişkin hala seni tetikliyorsa ne anlamı var? Haydi handstandde 10 dakika dur, hala kendi hakikatini konuşamıyor, kendi otantik benliğini yaşayamıyorsan ne anlamı var?

Eğer heybene koyduğun spiritüel bilgiler; insanlığını, insanlarla olan bağını, ilişkilerini kolaylaştırmıyorsa ne anlamı var?

Nepal’de dağın tepesindeki manastırlarda sessizlik içinde kalıp, kendi halimde, kimse beni tetiklemiyorken günde 12 saat meditasyon yapmak ne kolaymış meğer; Amerika‘da insana dair reddettiğim hatta belki nefret dahi ettiğim her şeyle burun buruna kalıp da tetiklendiğim her anda, her canda aşkı yaşamayı öğrenmeye kıyasla…

O yaradandan akan, teninde tezahür eden aşkı kendi canında tadamadıkça, başka canlarla paylaşamadıkça ne anlamı var?

Çok şükür Ya Hu!
Anavatandan büyük göreve çağrıyı duydum da geldim! Ben yurduma aşkın timsali olmaya, aşkı yaşayıp yaşatmaya, aşkta ve ilişkilerde sessiz bir devrim başlatmaya geldim.

İlahi Birlik Zamanı…

Yıllarca yazdım, ilahi dişilin uyanışı hakkında. Şimdi ise zaman dişil ile erilin el ele tutuşma zamanıdır. Bireylerin ilahi bütünlüğü önce kendi kalplerinde, sonra da kalplerindeki canlarda deneyimleme zamanıdır. 

Artık yalnızca durma, dinleme, teslim olma, güvenme değil, o kalpte duyduklarımızı aksiyona dönüştürüp güven içinde tasarlanmış niyetlerle sağlam adımlar atarak bilinç yolculuğunda bizleri ilerletecek sonuçlar alma zamanıdır. 

Artık sağlıklı ilişkiler ve komünler inşaa ederek yeni nesillere örnek olarak liderlik etme zamanıdır.

Artık ilahi birliğin bedenlenmesi olup, yaradanın verdiği aşkı insan acizliğinde ve incinebilirliğinde, insana dair her halin kabulünde yaşamak zamanıdır.

Artık ilahi dişil ile ilahi erilin önce canda, sonra cananda kavuşma zamanıdır..

Yıllarca bu topraklardan doğacak, kadınlarla başlayacak sessiz devrim hakkında da yazdım.  İnsanoğlunun unuttuğu, unutturulduğu hakikat şudur: kadın topraktır, erkek tohum. Toprağı kontrol eden tohumu da eder, meyveyi de. İşte yıllardır oynanan bu oyuna son verecek olan da kadının ta kendisidir. VE artık kadının kendi gücüne uyanma zamanıdır.

Kendi gücünü devralarak uyanan kadın, kurbanı oynamayı, erkek ile savaşmayı bırakır, kendisi ve meyvesi icin doğru seçimler yapar ve erkek ile el ele yürür. 

Kendi gücünü devralarak uyanan kadın, toksik erilinden soyunur, ilahi dişilini öyle bir devralır ki, varlığıyla liderlik ederek erkeğini, atasını, biraderini yanına alır da yürür. 

Özgürleşerek özgürleştirir.
Sevgi olarak sevgiye davet eder.
Şefkatin ta kendisi olur da şefkat talep eder.

Kendine hak ettiği hayatı yaratarak, kendine aradığı sevgili olarak, layığından daha azına asla razı olmayarak da etrafına önderlik eder. 

Hah işte, gün bugündür!

Çok şükür Ya Hu! 
Yüreğimde kutsal bir amaç ile yurduma geldim. Kadınlara kendi güçlerini hatırlatarak bu sessiz devrimdeki rollerini öğretmeye geldim.

Bloğumda ve websitemde artık tüm hizmetlerimi güncel olarak Türkçe bulabilirsiniz. Sizleri yepyeni eğitim programları, etkinlikler ve inzivalar ile ilahi aşkı önce bu bedende sonra bilinçli bir ilişkide deneyimlemenin, kendini doğru sevip de doğru sevgiliyi seçebilmenin inceliklerini öğrenmeye davet edeceğim.

Eve dönüş içimde bir heyecan, bir kutlama.

Dilerim bu temsili dönüş, dokunduğum dokunacağım her cana aşk olsun.

Aho!

You Might Also Like