Canım Gülüm Lions Gate

Tam bir sene olmuş Türkiye’den gideli. Ben bile geçen sene tam olarak neye atıldığımı bilmediğimden, bilinmeze atlamanın üzerinden bir sene geçince elimdekilere bakıyorum da; şükürlerden şükür beğeniyorum. 8/8/18’de Nepal’e tek yön uçarken aklında ne vardı Ezgi diye sorarsanız samimiyetle cevaplayayım: koskoca bir hiç! Tek bildiğim gitmek istediğimdi. Zira insanların ve şehirlerin miadı dolduğunda en derinlerden bilirsiniz, her ne kadar kabul etmek istemeseniz de…

Geçen sene bu zamanlar…

Geçen sene de Lion Gate Portalının en kuvvetli enerji ile bilgi akıttığı günde derin dönüşümleri başlatmışım farkında olmadan, bugün de artçılarını görüyorum, yaşıyorum. Bugün sizlerle aşırı analitik bir düzlemde yaşayan, garantici ve zeki bir genç kadının nasıl tüm gemileri yakmaya karar verdiğini paylaşmak istiyorum ki; bilinmeze atılmanın nasıl mucizeler getirdiğini görebilelim.

Neler oldu sahi Peru’dan sonra?

Peru’da geçirdiğim bir buçuk ay sonunda bir yazılım mühendisi olarak tıpış tıpış İstanbul’a ve ofise geri döndüm elbet. Hem de yüreğimde aşk ile. Evet evet, gittim Peru’da Perulu bir adama kaptırdım gönlümü. Bir yanım buruktu elbet, böyle iş mi olurdu yani! Yine de bir yanım sonsuz minnetteydi. Yıllarca aradığım adamın yanımda yöremde olmasa dahi, dünyanın diğer ucunda olsa dahi varlığını bilmenin dinginliği tarif edilemez. Tüm dostlarıma gönül rahatlığıyla “ruh eşimi buldum” diyordum. “E ne olacak şimdi?” sorularına verecek bir cevabım olmadan, can parçamı bulmanın huzuru ile.

İçimde o insanı bulmuş, tanımış olmanın verdiği tatmin ile hayatıma devam ettim bir süre. Beraber yalnızca dört gün geçirebildiğim adam beni arar mı, bu bir ilişki olur mu, umrumda değildi. O mutlu olsundu, nerede, nasıl, kiminle mutlu olacaksa olsundu. Birlikte geçirdiğimiz süre zarfında çok konuşmamıştık. Beni türlü türlü yerlere götürmüştü ve beraber enfes manzaraların verdiği huşu içinde sessizliği paylaşmıştık. Yine de biliyordum onu, çok uzun zamandır tanıyordum. Öyle kendim, öyle çıplaktım yanında, kendime dair hiçbir etikete hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan. Aynı huzur ve bilme haliyle de döndüm evime.

İstanbul’da yeni bir ezgi!

Ayahuasca seremonisinde kalbim ile şahit olduklarımı, İstanbul’a dönünce direkt hayata geçirdim: şan dersine başladım, İspanyolca kursuna başladım, o elleriyle ışık saçan inanılmaz adamı, canım Halit hocamı buldum, onunla birlikte metafizik ve geomanti çalışmaya başladım, her gün yoga yapmaya geri döndüm, ailemle tatil planı yaptım derkeen; partiler, alkol, sigara ve bazı insanlar kendiliğinden çıkıverdi hayatımdan. Açıkçası zihinde beraber kodlanmış şeyleri bir arada hayatımdan çıkarmak benim için daha kolay oldu, zira bilirsiniz alkol sigara yan yana olmayı severler.

Bol bol evde kendimle, kardeşimle, kedilerimle, bahçemle vakit geçirdim. Ayahuasca diyetimi uzunca bir süre devam ettirdim (metafizik sayesinde her istediğimi yeme özgürlüğüm olduğunu keşfedene kadar :D). Ve Andres Peru’da ben İstanbul’da iletişimde kaldık. Yani nereden baksanız hayatımda şikayetlenebileceğim hiçbir şey yoktu. İşim hariç! Peru’nun huzurunu İstanbul’un alması çok değil iki ay kadar sürdü anlayacağınız 🙂

Seçimler ve sonuçlar…

Hayatım boyunca öğretmen çocuğu olmanın verdiği o illüzyon “sorumluluk” ile çok başarılı bir öğrenci oldum. Annemi babamı arkadaşlarına mahçup etmemek için hep dersimi dinledim, ödevimi yaptım. Hep özel okullarda başarı bursu ile okudum. Hani hangi alanda başarılı olduğunuza dair test yaparlardı ya üniversitede seçim yapmadan önce, hah benim o test sonuçları hem sözelde hem sayısalda hem sanatta %97 çıkardı. Ben de gittim iyi para kazanırım diye mühendis oldum. Yalan yok, büyük uluslararası firmalarda 30’uma gelmeden yöneticilik yapmaya başladım, güzel paralar kazandım. Yıllarca modern kölelikte gece gündüz çalıştım. Mükemmelliyetçi olduğumdan sabah ofiste kendi işimi, akşam evde yönettiğim ekibin işini yapıyordum.

İstediğin kadar para kazan, sevdiklerinle paylaşacak zamanın olmadıktan sonra ne faydası var? Hem tek başıma Moda’da oturup dünyalar kadar kira ödediğim için onca kazandığım da aynı çabuklukla giderken, kurumsalda geçirdiğim her gün özüme ihanete dönüşmeye başlamıştı. Bu denklemde bir şeyleri değiştirmem gerektiği kesindi.

Peru’dan döndükten sonra ekibime micro management yapmayı bıraktım. Etrafımdaki herkese, Peru’ya gitmeden önce en tahammül edemediğim müşterilere dahi aşırı şefkatli ve empati yaparak yaklaşmaya başladım. Ama içimdeki isyanı susturamadım. İçinde bulunduğum sistemin bir parçası gibi hissetmiyordum. Ürettiğimiz yazılım, bir sürü insanın iş yükünü hafiflettiği için yapılan işten çıkarmalar gördüm; ihalelerde projeyi alabilmek için söylenen yalanları duydum; Hindistan’a gittiğimde oradaki ekibimizin yeni doğum yapan kadını dahil sabah 10 aksam 12 çalıştığına tanıklık ettim; rütbe elde edenin altındakini ezmeye ağzına geleni söylemeye hakkı olduğunu sanmasına susmak durumunda kaldım; ağlamak istedim, ağlayamadım; gitmek istedim, tek başına hayatını idame ettirmek zorunda olan bir memur çocuğu olarak gidemedim.

Kırıldı sabır taşı!

Kurumsalda yedinci senemi sonlandırırken; artık bıçağın kemiğe dayandığı yere gelmiştim. Bu yalan düzenin daha fazla bir parçası olamazdım. Benim için hiçbir proje, hiçbir meblağ bir candan önemli olamadı, olmayacaktı da. Aylar süren sürüncemeler sonunda kurumsalı bırakmaya karar verdim. Sanırım yoga eğitmeni sertifikamı yıllar önce almış olduğumdan olacak; biraz da ona sığınıyordum.

Yıllık primim yattıktan sonra hem arkadaşlarım hem yöneticilerim olan müdürüm ve direktörümle durumu görüşerek sevgiyle saygıyla bir defteri kapattım, yepyeni bir yolculuğa başladım.

Ey Aşk ne büyük öğretmensin!

Perulu yarim Andres, çıktı İstanbul’a geldi. İlişkimizde çok hızlı yol kat etmekteydik. Evde harika bir uyumumuz vardı, beraber yemek yapıyor, evde müzik açıp dans ediyor, Moda sahile iniyor yoga yapıyor, bahçede meditasyon yapıyor, kendi ritüellerimize devam ediyor ama; beraberliğimizi de onurlandırıyorduk.

İçsel dönüşümümüz de elbet devam ediyordu ve beraberliğimiz sanki bu süreci de hızlandırmıştı. Pespembe rüya gibiydi desem yalan olur! Kabusları da vardı elbet aşkın! Tüm gölgelerimizle, eski ilişki travmalarımızla yüzleşiyorduk ama buna rağmen birbirimize alan tutup destek olmayı seçiyorduk. Kolay olmuyordu elbette… Ne olursa olsun beraber keşfetmek güç veriyordu insana, tek yaralı olmadığını bilmek, beraberce kalp açmayı öğrenmeye niyetli olmak.

Arayışlar arayışlar…

Mutlu bir yazdı benim için geçen yaz. İş yerimden ayrıldıktan sonra vaktimi yalnızca sevdiğim şeyleri yapmaya ayırmıştım. İspanyolca kursu, şan dersi, günlük yogam, meditasyonum, metafizik egzersizlerim, kedilerimle oyun saatim her şeyim planlı devam ediyordu. Ve buna Andres’le vakit geçirmek eklenmişti, zenginliğime zenginlik katılmıştı. Aklımızda hep bir seyahat etmek vardı ama nereden başlasak bilemiyorduk.

İşte bu içsel çalışmalar, meditasyonlarımız, etrafımızdaki melek şifacılardan destek almamız, Nepal’e gidiş kararımızda önemli rol oynamıştı. Ben rüyalarımda üst üste Nepal’i görürken Andres bir sabah elinde Asya haritası “bence seyahate Nepal’den başlayıp güneye inmeliyiz!” diye çıkagelmişti. Derhal tek yön biletlerimizi o gün alıp workaway hesabımızı açmıştık. Workaway deneyimlerimizi bilahare paylaşacağım.

Nepal’de üç ay yaşadık!

Konfor alanımızı sarsacağını bildiğimiz her deneyime el ele “haydi” dedik atladık, hüngür hüngür ağladığımız “eve” dönmek istediğimiz zamanlar oldu. Ne zaman zihnimde ev çağrısı bulsam, kalbimdeki bilge hep:

“Her yer senin evin, konfora kaçma; büyü!”

dedi. Nepal bambaşka bir ülke gerçekten dilerim herkesin yolu bir gün Hindistan’dan veya Nepal’den geçer çünkü hakikaten anlatılmaz yaşanır. Yine de meraklısına ben sonra uzunca anlatacağım 🙂

Dağlarda zorlu trekkingler, ses banyoları, on günlük vipassana meditasyonu inzivası, beraber çalıştığımız gurular, öğrendiğimiz pratikler birer birer hayatımızı değiştiriyor dönüştürüyor; içimizden daha cesur, daha özgür insanlar çıkarıyordu. Hijyen takıntılarım, materyal bağımlılıklarım (kıyafet, takı vs), etik-ahlak-kültür tabularım, hiçbir şeyleri olmadan kocaman kalpleriyle mutlu yaşayan insanları gördükçe azaldı, azaldı.. İki valizle gittiğim ülkeden tek backpacker sırt çantası ile ayrıldım.

Oradan güneye indik, Thailand’da bir ay kaldık.

Her ülkenin kendine has özellikleri haliyle de zorlukları var. Farklı olan zor gelir ya hani, öyle zorluk işte; zihnin keyfine zorluk 🙂 Bangkok’ta iki hafta korkunç pis bir hostelde çalıştık, başka bir hostelde paramızın bir kısmını çaldırdık, ve geldik kaderin ağlarını ördüğü yere. Elimizde kalan para ile daha fazla devam edemezdik..

Haydee sil baştan planlar!

Tesadüf bu ya(!) ikimizin de Amerika vizesi vardı. O yüzden Amerika’ya geçip biraz çalışıp para biriktirelim sonra kaldığımız yerden devam ederiz, dedik. Bu sefer Amerika’ya tek yön biletimizi aldık.. İyi ki de almışız, gitmemize iki gün kala Phuket’te, kalan paramızın tamamını da çaldırdık; hem de pasaportum ile beraber! O günü asla unutmayacağım çünkü içimde zerre üzüntü, zerre kaygı yoktu. Yalnızca teslimiyet ve güven içerisindeydim. O kadar geçmiştim ki materyalden, artık hayata güvenim sonsuzdu. Kolay olmayacağını biliyordum ama artık böyle sürprizlerle dünyamı yıkmamayı öğrenmiştim. Ne de olsa olanı değiştiremezdim. Elçiliğe, polise haber verdikten sonra çadırda kalan meyvelerimizle iki günü sahilin tadını çıkararak geçirdik ve son gün pasaportum bulundu 🙂 Hayat öyle bir şey ki, “sen bana güvenirsen ben sana ne de güzel sürprizler yaparım!!” diyor mütemadiyen, ah bir kendimizi bırakabilsek!

Peki ya şimdi?

Böylelikle çıktık geldik Amerika’ya canlar. Hayatım boyunca hiç Amerika’ya gelmeyi düşünmemiştim. Ve şimdi, hayatım boyunca hep yaşamak istediğim tropik iklimdeyim, ne zamana kadar buradayım bilmiyorum, ilgilenmiyorum da; Türkiye’den ayrıldığımdan beri yoga-meditasyon dersleri veriyorum, ses şifa ve kadın çemberleri düzenliyorum, birebir şifa seansları yapıyorum, ukulele kursuna gidiyorum, sevdiğim adamla, ruh eşimle evlendim! Her gün yeni bir ben keşfederken, bilinçli bir seçimle her saniyemi hazla dolduruyorum.

Bir sene önce “seneye hayatın böyle olacak” deseler gülüp geçecek kadar dahi ciddiye almazdım. 29 yılın sonunda aileme, dostlarıma, kariyerime, evime, arabama tutunmak varken “ehh yeter” demeyi seçmiş olmak; bugün bana her günümü sevgiyle, tutkuyla doldurma özgürlüğü getirdi. Ve bugün, 30’uma bir hafta kala; artık ne kendimden şüphem var, ne yeteneklerimden, ne de yapabileceklerimden.

Eğer bunu ben yapabildiysem sen de yapabilirsin! Bahaneleri bırakıp yeniyi seçmekmiş, her canın sıkıldığında karşıdakine kulp takıp kaçıp gitmek yerine konforsuzlukta konfor yaratabilmekmiş asıl mesele! Sen de kaçma artık acıdan, artık biliyorsun üzerine gittiklerin kadar büyüyorsun! Tutulma dönemi anlattı hepimize bırakılması gerekenleri, yerler açıldı hayatımızda acıyla, kayıplarla.. Şimdi yerine yeni bir ego, yeni deneyimler koymak gerek. O yüzden seçme artık konforlu olanı, arzunu hatırla! Haz koy hayatına bolca! Bilinmeze teslim ol, ak sen de hayatla!

Gelelim bugüne!

26 Temmuzdan beri etkisinde olduğumuz Lions Gate Portalı, en kuvvetli enerjisini bugün akıtıyor olacak. Son üç gündür de solar fırtına vardı, eminim hepimiz hissediyoruz. Ben üç gündür uyumuyorum mesela 🙂 Peki neydi bu Lions Gate? Sirius yıldızı, güneş ve dünyamız her sene 8/8’de özel bir hizaya girer ve bize farkı boyutlardan farklı kozmik ışınlar ve enerjiler ile bilgiler akar.

Bu özel sürecin başlangıcı kabul edilen 26 temmuz, Mayalar ve eski Mısırlılar tarafından önemle kutlanır idi; çünkü yeni bir galaktik yıl başlar bu yayılan özel enerji dalgalarıyla. Yani güzel haber, yükselişteyiz! Yepyeni bir kimlik doğuruyoruz, ondan bu sancılar, az daha sabır! Bu senenin ilk 6 ayında en derine inmeye gönül vererek korkusuzca yüzleştiklerimiz; yepyeni bir düzen ve yepyeni bir “ben” algısıyla bizleri daha yukarı frekansa taşımakta.

Ne demek yukarı frekans?

Artık kendimize bahaneler üretmeyi bırakıyoruz ve sorumluluğu ele alıyoruz. Havada çok güzel aşk enerjileri de var oh! Köklü bir değişimin temellerini atıyoruz, kendi gücümüzü artık görüyoruz. Bu güçle yüzleşmek ilk başta kutuplaşmaları tetikleyecektir zira herkes bir özgürlük teranesine kaptıracak kendini lakin; şefkati elden bırakmamakta fayda var! En çok öze şefkat hem de! Birden gelen enerji patlamalarınıza, onu umarsızca takip eden yorgunluk dalgalarınıza, dengesizliğinize, kararsızlığınıza, baş ağrılarına, uykusuzluklara şimdi ekstradan şefkat zamanı. Aldığımız bilgiler, yüksek frekanstan enerjiler doğrudan ilahi bilinç ile iletişimde olan taç çakramıza akıyor. O yüzden baş ağrıları ve uykusuzluk çok normaldir, uyumlandığımızı unutmayalım!

Bu dönemin doğru soruları ise:

“Benim bu dünyaya getireceğim katkı nedir? Beni ben yapan en otantik, en sevdiğim, en haz aldığım ve paylaşmaktan keyif aldığım yanım nedir?” Farkımızı ortaya koymak isteyeceğiz çünkü dünyamızı benzerliklerimiz değil farklarımız zenginleştirir, göreceğiz.

Artık gelen negatif duyguları girdap yapmak yerine “sizi görüyorum, anlıyorum, şu an zihnimi sevgiyle tatile çıkarıyorum ve ilahi rehberliği duymayı seçiyorum” olumlaması ile biraz nefes alıp bekledikten sonra, bizi enerjik hissettirecek deneyimlere zıplamak çook daha kolay olacak göreceksiniz. 12 Ağustosa kadar, Sirius’un bizimle paylaşacağı ışığa ve bilgeliğe kalbimizi açabildiğimiz bir süreç diliyorum!

İçimizdeki bilge, görkemli, güçlü ve gücünün farkında olan; aynı zamanda da sürüsünü, yaşadığı ormanı gözeten aslanları artık dışarı davet edelim canlar. Ahoy!

You Might Also Like