Bir Başarı (sızlık?) Hikayesi
Sizlere Amerika’da kurduğum işimi Meksika’da nasıl batırdığımdan bahsetmiş miydim?
Ama gelin biraz öncesini konuşarak başlayalım.
Okuldan nefret etmeme rağmen öğrenim hayatımda hep gözde öğrencilerden oldum, karnemde hiç 4üm bile olmadı. Aynı zamanda her koronun, şiir dinletisinin assolistiydim. Ortaokul-lise döneminde 4 sene kulüpte voleybol oynadım. 17 yaşında Türkiye’de %2lik dilime girerek üniversiteyi kazandım. Üniversitede de hazırlığı atladım ve 21 yaşında mezun olup kurumsal iş hayatına atıldım. Hiç iş aramak durumunda kalmadım. Temmuzda diplomamı alıp ağustosta güzel bir maaşa çalışmaya başladım. Çoğunlukla uluslararası firmalarda çalışarak profesyonel basamakları hızla tırmandım. 26 yaşında ekip lideri, 27 yaşında yönetici oldum. Kurumsal işimin yanısıra bu hengame içerisinde bir de yoga eğitmeni oldum, haftasonları bir stüdyoda çalışmaya başladım. Bir yandan da kalp sesimin ittirmesiyle kadın çemberleri düzenler oldum. 28 yaşında her şeyi çok erken başarmış(!) olmanın verdiği tükenmişlikle depresyona girdim ve bir çare arayışıyla ilk solo seyahatim için iki aylığına Peru’ya gittim. Peru’da Kutsal Vadi’de kıymetli bir arkadaşımın düzenlediği bir inziva içerisinde iki Ayahuasca, bir San Pedro seremonisine katıldım. Türkiye’ye döndükten sonra ruhani arayışıma kulak vererek kurumsal işimden istifa edip Nepal’e tek yön bilet aldım ve ülkeyi terk ettim.
Sonra hayat beni bir şekilde Amerika’ya attı. Orada ilk markam ve blogum “La Curandera Nomada”yı kurdum. Tam zamanlı yoga/mindfulness eğitmenliği ve spiritüel rehberlik yapmaya başladım. Zamanla markam benimle birlikte evrildi, La Curandera Nomada öldü, işim adımla birleşti. İlahi dişil bilgeliğinde uzmanlaşmış bir eğitmen, bir rehber oldum; Amerika’da eğitimler verdim, ses yolculukları ve reiki ile desteklediğim psilocybin seremonileri düzenledim, ecstatic dans ve kakao seremonileri düzenledim, birebir danışmanlık hizmetleri verdim, çok yazarlı bir kitap projesinden teklif aldım ve yazdığım bölüm yayınlandı, kendi podcast yayınımı yapmaya başladım, henüz yayınlamadığım ilk solo kitabımı yazdım (umuyorum bu sene raflarda yerini alacak 🤞🏻), emek emek güzel bir kitle biriktirdim ve 4 yıllık Amerika yolculuğumu sonlandırma kararı alarak Meksika’ya taşındım.
Kaderin Cilvesi
Meksika’da evdeki hesap çarşıya hiç uymadı ve ben bir sene içinde işimi batırdım.
Çok ani bir kararla, pek de araştırma yapmadan, tek valiz yazlık kıyafet, gitarım, ukulelem dışında evimdeki tüm eşyalarımı ve kışlık kıyafetlerimi iki gün içerisinde eşe dosta komşuya dağıtarak; San Diego’dan trene atlayarak geçivermiştim Meksika’ya. Tijuana’dan da havaalanında aldığım uçak biletiyle Oaxaca eyaletine yani Guatamala sınırına geçtim. Cesaretimle hep gurur duymuşumdur ama bazen de acaba bu kadar yürek yemese miydim diye düşünmüyor değilim 🙂 Hiç detaylı araştırmadan, sadece instagramda çok severek takip ettiğim spiritüel liderler ve sanatçılardan gördüğüm bir köye iki gün içinde yerleşmeye karar vermek de nedir yani!
Amerika’da işimi online eğitimler, online 1:1 seanslar ve inzivalar şeklinde yürütüyordum. Niyetim de online işime devam edip Amerikalı kitleme Meksika’da egzotik inzivalar sunmaktı. Yani dolar kazanarak Meksika’da krallar gibi yaşayacaktım. Fakat gittiğim kasaba pek umduğum gibi olmadı. Çok sık ve uzun süreliğine kesilen elektrik benim sonum oldu. Düşünsenize online eğitimim var, eğitim günü elektirik bir kesiliyor, üç gün boyunca gelmiyor. Herkes parasını yatırmış, zooma girmeye çalışıyor, eğitmenden günlerce haber alınamıyor. Rezalet!
Hadi ilk birkaç sefer şarjım varken denk geldi, telefon ile haber verebildim. Hatta telefondan hotspot ile eğitim vermeye çalıştığım da oldu. Sonra powerbankim çalındı, yaşadığım yerde powerbank de bulamadım. Elektrik kesintisi beni en ummadık anlarda şarjsız yakaladıkça yavaş yavaş kitlem eridi.
Hayat sanki bana online işi, sosyal medyayı önceliklendirmeyi bırak diyor gibiydi. “Senin insanlarla göz göze kalp kalbe çalışman gerek!” İçimde bu sesi duyduktan sonra yaşadığım kasabada etkinlikler düzenlemeyi denedim. Ama dediğim gibi, yaşadığım yer spiritüel communitysi ve müzisyenleriyle meşhur bir kasabaydı. O yüzden benim sunduğum hizmetleri aynı gün içerisinde sunan üç farklı eğitmen daha bulmak mümkündü. Kasabadaki eğitmen sayısı resmen katılımcı sayısından fazlaydı! Yani anlayacağınız kapılar bana yavaş yavaş kapanıyor gibiydi.
Sonra annem bir gün beni arayıp kedim Roka’ya kanser teşhisi konduğunu söyleyince artık Türkiye’ye gelmem gerektiğini anladım. Zaten Hatay depremi haberinden sonra korkular sarmıştı beni, ailemin hasreti dayanılmaz hale gelmişti. 5 sene hiç kanlı canlı görmemiştim onları ve malum, Eskişehir deprem bölgesiydi…
Böylelikle tek yön Nepal’e gidişimden tam 5 sene sonra ellerimde sayısız kıymetli deneyim ve dev bir yenilgi(!) ile yurda döndüm.
Acı Bir Dersle Gelen Yeni Bir Farkındalık
Döndükten sonra bir sene boyunca yas tuttum; bel fıtığı, böbrek iltihabı, anksiyete atakları ve depresyonla boğuştum. Bedenimde biriken öfke, hayal kırıklığı, yas, değersizlik hissi, finansal kaygılar; hepsi fiziksel hastalıklar olarak kendini ifade ediyordu. Çünkü hayatımda ilk defa bu denli bir başarısızlığı(!) gördüm. Çok hata yapıp düşüp kalkmışımdır ama ben batırdığım işimle beraber aslında çok acı bir gerçekle yüzleştim: özdeğer bilincim nasıl da yaptıklarım ve elde ettiklerimle özdeşleşmiş meğer.
Kariyerime, sıfatıma, statüme, parama, yatıma, katıma, elde ettiğim materyale ve dış onay mekanizmalarına nasıl da bağlamışım ne kadar değerli olduğumu.
Aslında tuttuğum yas yalnızca kırılan hayallerimin yası değildi; aynı zamanda içimde ölen ezginin de yasıydı, çünkü ben yeniden doğuyordum. Entellektüel olarak bildiğim ve hatta yıllarca öğrettiğim bir şeyi deneyimleyerek özümsüyordum: başarı tanımının bizlere ne kadar yanlış öğretildiğini ve asıl başarının yukarda saydığım hiçbir şey olmadığını.
Asıl başarı insanın kendisini tanıması.
Ve ne olursa olsun kendini sevebilmesi, ne kadar sevgiye layık ve değerli olduğunu asla unutmadan kendine şefkatle sarılabilmesi.
Ben de bir sene hiçbir şey yapmadan kalbimi sarmaladım.
Oturdum; ne yapacağımı bilmemekle, yasla, kederle, öfkeyle, acıyla, hissetmekten belki de yıllarca kaçtığım bütün konforsuz ve sevimsiz duygularla oturdum.
Bana hep “şunu yap” diye bağırarak konuşan iç sesim sustu.
Kayboldum, hedefimi, amacımı, hayallerimi, hatta tüm bildiklerimi unuttum.
Sonra anladım, eğer iç sesin sana “şunu yap” demiyorsa; zaman yapma zamanı değil, yalnızca olma zamanıdır.
Ben de sadece oldum. Bir çocuk gibi, yapma odaklı olmadan, belki de ilk defa sadece oldum.
Hayatın bana yeniden çocuk olma, aileme sığınma şansı verişini zorla da olsa aldım kabul ettim. Her şeyi kendi başıma, kendi halimde, kendi imkanlarımla yapmaya alışkın biri olarak bir kez daha derin bir ego ölümünden geçtim.
Hayat zorla yerimde oturtmuştu beni, artık oradan oraya koşma demişti adeta.
İşte böyle bazen ruhun karanlık gecesi bir gece değil aylar, yıllar sürer. Uyandım zannettiğin anda kaybolursun, oldum dediğin anda yerle bir ediverir hayat seni.
Ve inan bu bile senin içindir. Sen kendini koşulsuz ve sonsuz sevebilmeyi öğren diye.
Hala zaman zaman kendimi yaradanın gözlerinden göremediğim olur, bazen beğenmem, sevmem kendimi ve genelde kendimin en ağır yargıcı olurum. Ama ne zaman kendimi buralarda yakalasam hemen kendime sahip olduğum erdemleri hatırlatırım; sevgiye ve şefkate davet ederim zihnimi.
İçimde ağlayıp duran çocuk benliğimi duyarım,
İsyankarlığı ile ortalığı yakıp yıkan ergen benliğimi,
Eleştirel ve kontrolcü ebeveyn benliğimi..
Ve sonra artık hepsinin seslerini tanıyabilmeye şükrederek asıl başarının bu olduğunu hatırlatırım kendime. O sesleri duyup tanıyıp yine de emek emek oluşturduğum yetişkin kimliğimden hareket etmeyi seçebilmek gerçek özgürlük, gerçek başarı değil de nedir?
Kendimi, ihtiyaçlarımı, yaralarımı, arzularımı, iç benliklerimi, yeteneklerimi, zayıf noktalarımı tanımaktan, bilmekten ve sevmekten daha büyük bir başarım yok. Her şeye ve her şeyime rağmen kendimden razıyken hangi yenilgi beni başarısız kılabilir ki?
Kaybolsam da, düşsem de, yanılsam da, yenilsem de, kim bilir kaçıncı kez yeniden başlamak zorunda kalsam da; kendime dair farkındalığım ve şefkatim benim en büyük zaferimdir.
Ve bu, hiçbir şeyin elimden alamayacağı bir zaferdir.
EZGI DEVI sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Ayşe
Hep hayranlıkla takip ediyorum…..