Ayahuasca ve Özbenlik ile Tanışma

Madrid aktarmalı Lima uçuşuma doğru giderken benimle aynı uçuşta aynı inzivaya katılacak Ceylin vardı, grup konuşmalarından biliyordum. Havaalanında buluştuk ve uçağa beraber gittik. Madrid’de de sekiz saatimiz vardı, Madrid’de havaalanı şehir merkezine çok yakın olunca valizleri verip yemek yemeye tatlış bir restorana oturduk. Ayahuasca diyetimize uygun hafif sebzeler yiyip çorba içtik, bitki çayıyla da taçlandırdık. Daha önceden bir kere görüşmüş olmamıza rağmen hemencik kaynaşmıştık Ceylin ile, kendisi sonradan canım ciğerim oldu tabi ki.

2017 Christmas zamanı olduğu için şehir ışıklarla süslenmişti, İspanya’ya ilk ayak basışımdı. Ve yalnızca birkaç saat görebildim ama yine de bayılmıştım. İspanya’ya hep gitmek istemişimdir ve hep bir sebepten iptal etmek zorunda kalmışımdır. Sanırım hayat İspanyolca öğrenip Andres’le tanışmama saklıyordu bu geziyi 🙂

Sonra havaalanına geri dönüp Lima uçuşumuza gittik, her şey çok akışında gidiyordu. Lima için uçağımıza yerleştik ve kitap okuduk film izledik sohbet ettik uyuduk uyandık Lima’ya geldik. Lima’da hiç vaktimiz yoktu hemen valizleri alıp check in yapıp Cuzco uçuşuna transfer yapmalıydık. Koştur koştur işlerimizi hallettik, uçağa gitmeden önce sandviç ve meyve salatası alacak vaktimiz bile kaldı.

Cuzco’da eve kavuşma hissi!

Bir buçuk saat içinde Cuzco’daydık. Bizi orada Noor Tribe aracılığıyla inzivayı düzenleyen Buket karşıladı. Bir minivan ile gelmişti, valizleri yükledik ve inzivanın ilk durağı olan Pisac köyüne doğru yola çıktık. Şimdiden gördüğüm manzara karşısında hayretler içerisindeydim. Kıvrım kıvrım yemyeşil yollar, nerede bittiğini göremediğim devasa dağlar, otlaklarda karnını doyuran alpakalar, lamalar, rengarenk kadınlar, minnacık sokak köpekleri… Toprağın enerjisi bile bambaşkaydı. Ayaklarım yere bastığı andan itibaren aşırı köklenmiş hissediyordum, evime gelmiş gibiydim.

Pisac’ta 4 gün kalacağımız Nidra Wasi diye tatlış bir hostele yerleştik. Biz Buket’le aynı odada kalacaktık ve ilişkimiz boyut atlayacaktı. Kendisi şahane işler yapan ilham kaynağı bir kadın, sitesine bir bakmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Odamız çok geniş ve çok güzeldi, yataklar da konforluydu. Hava aşırı sıcak olmasına rağmen yatakların üzerinde üçer tane yünden battaniye vardı. Gece yatakta zangır zangır titrerken sebebini anlayacaktım 🙂

Pisac’ta keşif ve kaynaşmaç!

Biraz köyde gezdik grupça, meydan pazarını dolaştık, yemek yedik, sohbet edip kaynaştık biraz. Biz İstanbul’dan gelecekler daha önce bir kez buluşup seyahat ve ayahuasca genelinde konuşmuştuk. Ama aslında doğru düzgün Pisac’ta tanışıyor ve sosyalleşiyorduk. Yemekten sonra geri döndük bebekler gibi uyuduk. Ertesi sabah, Christmas sabahıydı. Akşamında ilk ayahuasca seremonimizi yapacaktık.

Bana coca veriiinn!

Sabah 6:45’te kendiliğimden baş ağrısıyla uyandım. Yükseklikten mütevellit baş ağrımın olması normaldi, 2900-3000 metrelerdeydik. Kokainin ham maddesi olan coca bitkisi yükseklik ve basınç rahatsızlıklarının en doğal çözümü, anında bedenin uyumlanmasını ve dengelenmesini sağlıyor. Biz de derhal coca çayımızı içip hazırlanıp Mey Elbi hocam ile yoga yaptık. Şahane bir akış yaptırdı bize, günler süren yolculuğun üzerine bedenlerimize ilaç gibi gelmişti. Yogadan sonra meyvelerimizle kahvaltımızı yaptık ve ondan sonra bütün gün bir şey yemeyecektik. Bedenin ayahuasca seremonisi için hem enerjisel hem de biyolojik olarak temiz olması ilacın daha etkili çalışabilmesi için önemliydi. Benim içim rahattı, ben zaten diyetimi iki aydır uyguluyordum ve aşırı kilo vermiştim, midem kaşık kadar kalmıştı. Acıkmıyor, yemek yemediğimi dahi unutuyordum. Ne de olsa depresyondan yeni yeni çıkıyordum.

Kahvaltıdan sonra Mey’le beraber kendimize masaj ısmarladık. Bedenimin gevşemeye, rahatlamaya ihtiyacı vardı. Çok da iyi yapmışız valla, mis. Akşam üzeri bizi ayahuasca seremonisini yapacağımız eve götürmek üzere almaya başka bir Perulu şaman geldi. İki ayahuasca seremonisi ardından bu şaman arkadaşımız Miguel ile san pedro seremonisi yapacaktık. Fakat o bu akşam sorularımızı yanıtlamak ve bizlere eşlik etmek için gelmişti.

Ayahuasca öncesi sorular!

Çember olduk ve merak ettiklerimizi, kafamızı kurcalayanları sorduk. Düzenli ilaç kullanan vardı onun hakkında konuştuk, akşam içeceğimiz ilacın etkisinin kaç saat süreceğini sorduk 5 ila 7 saat arasında değişeceğini söyledi. Seremoni akşam 7 gibi başlayacaktı. Miguel her halükarda servisimizin bizi gece 12’de kapıda bekliyor olacağını söyledi. Diyetimizi yapıp yapmadığımızı o bize sordu “bakın arkadaşlar diyet gerçekten çok önemli” diyerek. Diyetime aşırı dikkat etmiş olmama rağmen merak ettiğim bir konu vardı, söz isteyip “ben ot içen birisiyim, son bir hafta içinde içmedim ama herhangi bir etkisi olur mu merak etim” diye sordum. Güldü. “Onlar kardeş bitkiler, doğa ananın bizlere hediyeleri, hiçbir etkisi olmaz merak etme” dedi. Hep beraber gülüştük. Son hazırlıklar yapıldı ve bizi almaya gelen servise yerleşerek ayahuasca seremonimize doğru yola çıktık.

İlacı içmeden önce üzerinde çalışmak istediğiniz bir niyet sunuyorsunuz. Son bir ayımı niyetimi bulmaya adamıştım. Yoldayken niyetimi düşünüyordum, hazırdım, sonuçta bir aydır üzerinde çalıştığım bir konuydu. Niyetim belliydi: kendimi tanımak, kendimi mutlu etmeyi öğrenmek, hayatta yapmam gerekenleri bilmek.

Ayahuasca seremonisi kaç kişiyle yapılmalı derseniz…

Cesar ve eşi Denise bizi tatlış evlerinde karşıladılar. Çember olup oturduk ve bir müddet onların kendilerini tanıtmalarını dinledik, onlara danışmak istediklerimizi de danıştık, seremoni boyunca bizi yönlendireceklerini ilettiler. Bizim inziva grubumuz 9 kişiydi. Yani toplamda odada 11 kişiydik. Benim ayahuasca seremonilerinde daha az sayıda da, daha çok sayıda da kişiyle çalışan arkadaşım oldu. İnanın bu konu da nerede çokluk orada bokluk gibi biraz. Ne kadar çok enerji o kadar çok etkileşim, o sebeple bence bizim sayımız çok idealdi. Ama bir kez daha gidersen naparsın derseniz giderim Amazonlara, bulurum yerli bir şaman ve yanımda sadece eşim olsun isterim.

Neye niyet neye kısmet!

Sırayla altara gidip niyetimizi sunduk. Benim aylardır üzerinde çalıştığım niyet zihnimde yankılanırken Cesar kadehi elime verir vermez karnım ile kalbim arasından yükselen niyet “öfkemden kurtulmak istiyorum” oldu. Tövbeee! Bu da nereden çıkmıştı böyle? Zihnim geri almaya çalıştı kalbimden döküleni, şaşkındım! Neyse, dedim; kendime samimi olayım, kalbimden çıkana teslim olayım. Bugün niyetimin böyle olması gerekiyormuş, diğerini ikinci seremonide sunarım. “Hayata!” diyerek kadehimi kaldırdım, ilacı içtim ve gittim yerime oturdum.

Veeee başlıyoruz!

Oda zifiri karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum ama yanımdaki canların silüetini seçebiliyordum. Sanırım yarım saat bir saat geçti, ben LSD kafası yaşamaya başladım. İç içe geçmiş fraktallar, geometrik şekiller görüyordum. Birbirine bağlanan rengarenk kökler görüyordum her yerde. Muazzam bir bütünün parçasıydım, tepki veremeyeceğim kadar güzeldi her şey. Gözlerimi açıp ellerime bakınca gülümsüyordum bedenimin uzvunun güzelliğine.

İçimde acaba bu böyle bir şey mi, soruları baş gösterdi. Başka varlıklar, hayvanlar görmeyecek miyim diye bekliyordum. Etrafımda ağlayanlar, gülenler vardı; kim bilir onlar neler görüyorlar diye düşünürken düşünceler zihnime akmaya başladı. Sonra zihnime kapıldığımı farkettim ve dışarı çıkmak istedim. Doğada olmak ağaçları görmek, o kalbimde beliren kökleri doğada görmek istiyordum!

Bahçede ölümle yüzleşmek!

Kalktım dışarı çıktım ve inanılmaz manzara karşısında ayakta bile duramadım, dizlerimin üzerine çöktüm. Yere, toprak anaya dokundum; kalbi parmak uçlarımda atıyor gibiydi. Gökyüzü bulutluydu, yıldızları göremiyordum. Yağmur çiseliyordu, yerler ıslaktı ama umrumda değildi. Karşımda dev Apu’lar (dağlar), ağaçlar, koca San Pedro kaktüsü, her şey muntazam bir harmoni içindeydi. Yağmur damlaları yüzümü öpmek istercesine gökten üzerime koşuyorlardı sanki, içimde bir kutlama vardı. Dağlar ve ağaçlar bana bakan huzurlu yaşlı yüzler gibiydiler. Yerle temas eden elimi gördüm, iskelet şeklindeydi! Diğer elimle elimi tuttum, buz gibiydi! Sanki ölmüştüm de kendi nabzımı tutarak anlamaya çalışıyordum. O anda bir üzüntü geldi, utançla karışık bir üzüntü, daha çok hayatta kalma isteği, sayılı zamanın tadını çıkarmadığım her güne inat daha da bir coşkuyla yaşama isteği! Sonra içimden bir ses “hadi içeri gir artık” dedi.

Kapıya geldiğimde Denise oradaydı, beni izliyordu. Melek gibiydi, bembeyaz elbisesiyle karanlıkta bile seçiliyordu ve sanki ışıl ışıl parlıyordu. Denise o sırada odayı tütünle ve türlü tütsülerle temizliyordu, ama beni almaya geldiğini biliyordum. Aslında “hadi içeri gir artık” diyen sesin Denise’e ait olduğunu anladım. Sessiz bir anlaşma ve bilme halinde gittim yerime oturdum. Görüşüm iyi olmasa da cisimler birbirine giriyor eğiliyor bükülüyor olsa da kendimden çok emin ve rahat adım atıyordum, göz kapalı gitar çalmak gibi, bilincime teslim olmuştum.

Hoppalaaa!

Ama o bilme ve dinginlik hali, yerime oturunca kayboldu gitti. Zınk diye kendime geldim! Hiçbir şey hissetmemeye, yalnızca etrafımda olan bitene odaklanmaya başladım, ağlayanları, söylenenleri düşünüyordum. Acaba ikinci kabı mı içsem soruları baş gösterdi. Seremoniden önce Cesar “İçinizde bir acaba duyarsanız, içmeniz gerekiyor demektir. Çünkü içmeye ihtiyacınız olmadığında bileceksiniz. Biz iki kere daha önereceğiz. Onlardan sonra da ilacın üzerinizde çalıştığını hissetmezseniz kapalısınız demektir. Yine de ilaç siz fark etmeden yapılması gereken temizliği yapacaktır.” demişti. O yüzden kendimi bu düşüncelerde bulunca ikinciyi içmem gerektiğine karar verdim ve beklemeye başladım. Denise güzel sesiyle ikinci kadehe davet için pencerenin açıldığını söyledi. Altara kalktım ve ikinci kadehimi içtim.

Zihin aldı bayrağı bir kere!

Nafile! Zihnimi susturamadım. Cesar’ın en başta söylediklerine takılmıştım, “ya ben kapalıysam” diye başladım kuruntu yapmaya. Daha önce ayahuasca seremonisine katılan arkadaşlarımın anlattıkları zihnime gelmeye başladı, bana hiçbir şey olmayacak mı korkusuyla üçüncü pencereye kadar etrafımda ağlayanları kıskandım, kalpleri de ne kadar açıkmış hey maşallah dedim 🙂 Ben “keşke daha fazla meditasyon pratiğim olsaydı” diye sızlanırken son çağrı geldi çattı. Üçüncü pencere nihayet açılmıştı.

Üçüncü kadehi de içtikten sonra; yerime oturur oturmaz önümde gümüş başlı bir kuğu belirdi. Gördüğüm şeyden emin olmaya çalışırken birden haykırırcasına kusmaya başladım. Bir yandan da ağlıyordum. Kustukça rahatlıyordum ve rahatlama çığlıkları atıyordum. Denise birkaç kelime mırıldandı, bir kelebeğe sesleniyordu, diyordu ki “uçmak için mükemmel olmak zorunda değilsin kelebek”. Denise bu kelimeleri tekrarladıkça ben haykırıyordum. Zaten o gece, çok güçlü bir alan tutucu olan Denise; sanırım herkese ihtiyacı olanları sırayla söylemişti. Cesar da bazen gitar çalıyor, şarkı söylüyor, bazen de hayvan sesleri yapıyordu. Onlar şarkılar söyledikçe ben daha derine iniyordum.

Çözülmeler başlasın!

Öfkemin kaynağına doğru, indikçe mükemmelliyetçiliğimin getirdiği prangaları, şefkatsizliği görüyordum. Anladım ki kendimi bağlamışım, küçücük de bir kutuya kapatmışım! Aslında o kutuda kalmaya çalışırken, sığmıyorum ve canım acıyor diye sızlanıyormuşum! Yaşama tam olarak güvenmediğimi, her şeyi kontrol etmeye çalıştığımı, kendimi bırakıp esneyemediğim kalıplarım olduğunu, etiğe ne kadar takık olduğumu, her şeyde mükemmel olma çabamı gördüm. Halbuki bunun için hiçbir çaba harcamama gerek olmayacak kadar mükemmel ve ışıl ışıl olduğumu gördüm.

Yüzleşme ve arınma…

Haykıra haykıra ağlayıp istifra ettikçe rahatlıyordum, bedenimin arındığını hissedebiliyordum. Sanki kalıplarım uçuyordu, insanların düşüncelerini önemseyişlerim kayboluyordu. Sonra kusmak için kullandığım kovamı yanıma koyayım derken deviriverdim! Panik içinde toparlamaya çalışırken Denise’in sözleri içimde yankılanmaya başladı ve karnımdan boğazıma doğru bir ses işitmeye başladım. Bana “kal” diyordu:

“Orada öylece kal, pis kal, arkadaşların ne der düşünme, üstün başın ne olacak, eve giderken ne olacak, düşünme! Olanla kal, şu anda kal ve bundan utanma çünkü sen kirlenemeyecek kadar güzelsin.”

Bıraktım kendimi, teslim oldum, temizlenmeye çalışmadım, ellerim battaniyenin üzerinde kusmuk içinde hayatla aşk yaşadım. Bana “bir bebeksin sen, sevgiyi deneyimlemeyi öğrenen bir bebek. Bir bebekten tiksinebilir misin? O zaman kendine utancı nasıl yakıştırıyorsun?”

Destek gecikmedi!

Tam o sırada o gümüş başlı kuğu gene geldi yamacıma oturdu bu sefer. Bana güç veriyordu, tertemiz parıl parıldı. Sarıldık, bir olduk kuğuyla. Nefesim düzeliyor, zihnim geri geliyordu. Cesar yavaştan mumları yaktı, seremoniyi sonlandırmak üzere konuşmaya başladı. Beraber dua etmeye bizi davet etti, hep beraber şükranlarımızı ve dualarımızı sunduk toprak anaya. Ve tam da o an Christmas kutlamaları için havai fişekler patlamaya başladı köyde. Denise ile Cesar’a teşekkürler ederek toparlanmaya başladık. Ve ben kusmuk içinde yüzdüğümü zanneden ben, battaniyenin üzerinde yalnızca ufak bir leke olduğunu gördüm. Kim bilir felaket olur diye kendimi hangi küçük hataları yapmaktan alıkoyuyordum! Her şey çok netti içimde, öfkemin kaynağının mükemmel olmaya çalışmak ve kontrolcülük olduğunu göstermişti bana kutsal ilaç. Ve aslında hiçbir şey üzerinde bir kontrolüm olmadığını…

Dışarı çıkıp servise atladık. Grupça el ele, kol kola tam bir sevgi yumağı olmuştuk. Nidra Wasi’ye varınca da ateşin etrafına oturduk deneyimlerimizi paylaştık. Kendimi gerçekten ölmüş de dirilmiş gibi; arınmış, temizlenmiş ve yaşam dolu hissediyordum. Her şey daha bir güzeldi sanki 🙂 Ertesi gün ikinci ayahuasca seremonimizi yapacaktık. Normalde üst üste yapmıyorlar bu çalışmayı fakat biz bir inziva ile kısa süreliğine gitmiş olduğumuz için öyle denk geldi. Yalan yok iyi ki de öyle denk geldi, derin bir dönüşüm yaşamış oldum. O gece huzurla yattım dinlendim.

Ertesi sabah…

Ertesi sabah kimse yoga yapmak istemedi, bedenler ayahuasca sonrası yorgundu. O gün yine bir öğün yemek yiyecektik, herkes güç tasarrufu moduna geçmişti. Biz de Mey ile baş başa ders yaptık. Ne çalışmak istersin diye sordu bana, kalp açıcılar istedim. “İnanır mısın benim de gönlümden o geçiyordu” dedi ve yumuşacık kadife gibi bir sekans çalıştık ve beraber akşamki seremonimizde toprak anaya kalp açıklığıyla teslim olmaya niyet ettik. Aşkım Mey ile çalışmanızı da kesinlikle tavsiye ederim! Ben yoga eğitmenliği sertifikamı 2016’da Mey Elbi ve Naz Şarman’dan aldım. Bir kez daha alsam yine onları seçerdim. Mey’in gönlümdeki dostluğu ise bambaşkadır!

İkinci seremoniye doğru…

O akşam ayahuasca içerken de niyetim kalbimi açmayı öğrenmek olacaktı. İkinci seremoni için Denise ve Cesar’ın evine gittiğimizde bir arkadaşımız ikinci seremoniye katılmaktan vazgeçti. Bu yoğun çalışmada bir seremoninin onun için yeterli olduğunu düşündü ve ikinciye katılmadı. Denise bu noktada çok önemli bir şey söyledi:

“İlaç bizlere hiçbir zaman içimizde taşıdığımızdan başka bir şey göstermez. Çalışma esnasında gördüğünüz, hissettiğiniz her şey sizin gerçekliğiniz. Dışarıdan bir etken olarak görmek yerine iç dünyanızla tanışmak olarak bakarsanız korkacak da kaçacak da bir şey yok, hepsi bizim ve biz görebilelim diye orada var. Dönüşüm farkında olmakla başlar. Eğer seremoninin daha ılımlı ve yumuşak geçmesini istiyorsanız niyetinizi sunarken ilaçtan, çalışma esnasında size nazik davranmasını rica edebilirsiniz. Her zaman işe yarar.”

Denise’in de önerisi ile toprak anadan, bana kalbimi nasıl açabileceğimi nazikçe göstermesini istedim. Altara niyetimi sundum, “hayata” diyerek ilacımı içtim yerime oturdum.

İkinci deneyimimin ilkiyle alakası yoktu!

O kadar güzel, o kadar yumuşak, o kadar anaç bir deneyim yaşadım ki anlatmak çok zor. Kalbim hala şükranla dolu. Yine ilk önce görsellerle başladı deneyimim, geometrik şekiller görüyordum. Sonra öyle dingin bir meditasyon haline geçtim ki, sıfır görsel, nabzımın ve kalp ritmimin yavaşladığını hissediyordum. Tansiyonum düşmeye başladı, bayılacak gibiydim. İşte o anda anladım, bu kutsal ilaç aslında bizlere başka bir dünya göstermiyor; içinde bulunduğumuz evreni farklı frekanslardan algılamamızı sağlıyor. O yüzden zihin keskinleştikçe iç sesi, öz kaynağın sezgilerini ve mesajlarını duymak kolaylaşıyor. Meditasyon, yoga ve nice spiritüel çalışmanın amaçladığı hale getiriyor sizi, öz benliğinizi gösteriyor ve inşaa ettiğiniz sahte kimliğinizi.

Herkesin tecrübesi kendine özgü!

Ve eklemek istiyorum ki hiçbir insanın deneyimi bir başkası ile aynı değil. Çünkü herkesin hayat vazifesi, amacı, geçmiş yaşamlarından taşıdıkları ve bu hayatta öğrenmesi gerekenler farklı. Bu sebeple aynı ilacı içen bir kişiden biri saatlerce meditasyon halinde kıpırdamadan otururken bir başkasının kendi içindeki gölgeleriyle tanışıp çığlık çığlığa ağlıyor olması çok normal. Herkese, kendi serüvenine odaklanmasını, kimseyle mukayese içine girmemesini ve Ayahuasca seremoni tecrübelerini okuyarak kendi tecrübeleri hakkında beklenti içine girmemelerini öneririm. Naçizane…

Derine derine ayahuasca…

Meditasyonda derinleşme halim devam ederken, kendi bedenimi hissetmeye başladım. Sanki ben başka bir şeydim de bedenimi kullanıyordum ve o anda bedenimde değildim. Kendimi görüyordum dışarıdan, bağdaş kurmuş, battaniyelere sarınmış, buz gibi ama rahat bir bedenle oradaydım. Kendi kendime, astral seyahat bu olmalı diye düşündüm.

Daha önce İstanbul’da trans dans ve şamanik ritüeller gibi birçok etkinliğe katılmıştım. Eterik bedenin fiziksel bedenden ayrışma halini deneyimlemiştim. O sebeple ayahuasca etkisindeki hal bana tanıdıktı. Eğer bu tarz çalışmalara ilgiliyseniz Elif Özkoç’u tavsiye ederim, şahane bir insan ve Sacred Seven çatısı altında kadim öğretilere istinaden eğitimler düzenliyor.

Bilincim hala yerinde ve beden çeperimin ayırdındayken; ben sanki zihnimi ve bedenimi dışardan izliyordum. Şahane bir huzur ve güven içindeydim. Kendimi rahatlıkla Toprak Ana’nın kollarına teslim edebildim.

Ah o birlik bütünlük, canım ayahuasca!

O kadar güzeldi ki içimdeki bütünlük ve farkındalık hissi, tüm o görseller bir anda kayboldu. Dev bir ışık huzmesi içinde yine karnımdan kalbime doğru bir ses duymaya başladım:

“Şefkat” diyordu. “Herkesin hayatı başka, herkesin kendi yolu ve alması gerekenler var, sen yalnızca şefkat ve sevgi verebilirsin etrafına. Kalp açmak ancak şefkatle mümkün olabilir. Bu dünyaya koşulsuz sevgi olduğunu hatırlamaya ve sevgi dağıtmaya gönderildin. Her canlıya sevgi, her canlıya anlayış ver. Egonu bırak bir kenara, herkes senin bir aynan. Kendini korumayı öğren, enerjine sahip çık. Bedenine sunduğun sevgi hayatına yansıyor. Seni gören gözler sana bazen kendine nasıl baktığını anlatır bazen de onların kendilerine nasıl baktığını. Aradaki farkı anlayacaksın. Partiler azalacak, kimyasallar olmayacak hayatında. Eğlence anlayışını kendine yatırım yaparak değiştir.”

Sonrası soru cevap!

Zihnimde bir soru beliyordu, kalbim sanki anında yanıtlıyordu. Bilme halindeydim! Bunu farkettikçe içimdeki bilgeye daha da teslim oluyordum ve ses daha da netleşiyordu. Zihnim hemen aklımdaki o en popüler soruyu iletivermişti. İşimi değiştirmeli miydim?

“İşini değiştirmeyeceksin. Şu anda doğru yerdesin, zamanı var. Şefkati öğrenmeye oradan başlayacaksın. Önce iki ayrı dünyan olmadığını kabul edeceksin, ikisi de sensin ve ikisinde de aynı olabilirsin. Bunu da ancak şefkatle yapabilirsin. Önce kendine kabul, kendine şefkat. Öfke gerçek, acı gerçek ama ızdırabı seçmek senin elinde. O öfkeyi, anlayış ve şefkat ile doldurarak ızdırabın önüne geçmek senin elinde. İstediklerine odaklan, istemeyi bildiğin sürece alacaksın. Hayata güven.”

Bazı mesajları seremoni esnasında anlamak mümkün olmayabiliyor…

Seremoni öncesinde Denise ile Cesar bizlere, seremoniden sonra aldığımız mesajları yazmamızı tavsiye etmişti. Çünkü bazen o mesajları algılamak aylar sürüyor. O yüzden kalbimden gelen seslerin tam olarak ne manaya geldiğini zihnimde anlamlandırmaya çalışmak yerine, zihnime kaydetme görevi vermiştim. Bana iletilen her mesaj çok kıymetliydi ve hiçbirini unutmak istemiyordum. Bu sebeple tüm dikkatim ve benliğim ile kalbimi duymaya odaklanmıştım. Yine de zihnimde nereden başlayacağını bilememe hakimdi, yarın uyandığımda hayatımda neyi değiştirebilirdim mesela?

Cevap hemen gelmişti. “Sevmeye, affetmeye, kabul etmeye önce kendinden sonra ailenden başla. Ailenle daha çok vakit geçir, tatile git, onları daha çok ziyaret et. Atalarının senin için her zaman en doğru bildiklerini yaptığını unutma. Yargılamak, değiştirmeye çalışmak yerine olanı olduğu gibi yargısızca kabul et. Meditasyon yap, içindeki o sınırsız kabul alanı ile tanış.”

Ben kalp yoga ve meditasyon!

Yoga ve meditasyon hayatımda olduğu için çok mutluydum. Doğru araçlar ile çalıştığımın teyidini almış gibi hissediyordum. Yine de işinden ayrılmayacaksın zamanı var diyen kalbime zihnimden serzeniş gelmişti, ne yani ömrümün sonuna kadar kurumsalda mı kalacaktım?

“Sen bir müzisyensin.” dedi kalbim o anda. “İşinin sana sunduğu imkanları kendi doğana uygun şekilde kullan.” Birden çocukluğuma gittim, gitar çalmayı çok istediğim 8-9 yaşlarıma. Annemin beni gitar yerine bağlama kurşuna gönderdiği yıllara. Annem hep bağlama çalmak istemiştir ve her zaman “bağlama çalan bütün telli çalgıları çalar” der, haklıdır da. Fakat gitar isterken elimde bağlama bulmak beni küstürmüştü. Müzik üzerine, arkadaşlarla bir araya gelip sahilde bağıra çağıra şarkı söylemekten öte hiçbir şey yapmamıştım. Ama şarkı söylemeyi, dans etmeyi hep çok sevmiştim. Bana çocukken büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında dansöz derdim. Ne zaman şarkı söylesem içimden dev bir şey çıkıyormuş gibi hissederdim. Ben iki yaşındayken babamın Raks kasetler üzerine çektiği bir kayıt vardı, repertuarım 1991 yılında oldukça genişmiş. Hala o kasedi dinlediğimde içim burkulur, iki yaşındaki bir kız çocuğunun tüm benliğiyle kendinden geçerek şarkılar söyleyişi canlanır içimde. Kalbim:

“Daha ne kadar bahane üreteceksin?” diyerek tokatlayıverdi beni içinde kaybolduğum anılarımdan.

“Evine gitar al, o sürekli ötelediğin şan dersine git. Ait olmadığını düşündüğün o iş, seni ait olduğun dünyaya taşıyacak. Sana verilenleri iyi değerlendir. Sevdiğin şeylere yatırım yap.”

Fark etmiştim ki, çocukken gitar çalmayı öğrenmemiş olduğum için artık yapamam gibi bir bahane üretmiş; beni gitar yerine bağlamaya gönderdikleri için ailemi suçlamayı kolay bulmuş ve aslında hayatımın tutkusu üzerine 28 sene hiçbir şey yapmamayı “seçmiştim”! Kimi suçlayabilirdim ki?

Derken, birden kardeşim düştü kalbime; yeni ev arkadaşım, biricik bebeğim.

“Kardeşin için yapabileceklerini zaten yapıyorsun, kimseyi acıdan korumaya çalışmak yardım değil. Onun kendi yolcuğuluğuna saygı duy ve asla unutma; sen de hayatının en büyük derslerini acı çekerek öğrendin. Bırak, o da herkes gibi kendisi öğrenecek. Onun hayatını kolaylaştıracak yollar sunmaya devam et, ama seçimler her zaman onun olacak. Bunu kabullen, sen kimseye ‘yardım’ edemezsin, rehberlik edebilirsin yalnızca. Sevdiklerin düşmesin diye uğraşmak yerine düşmenin kötü bir şey olmadığını hatırla. Sen yalnızca onlar düştüklerinde yeniden kalkmaları için destek olabilirsin, kimsenin düşmesini engelleyemezsin. Engellediğin düşüşler de alınmamış dersler olarak kalır, kişi eninde sonunda o dersi alana kadar hayatla yüzleşecektir. Sen kimi kimden koruyorsun?”

Kim kime yardım ediyor?

İşte burası beni derinden etkilemişti. Yardım etmeyi çok seviyordum; insanlarla konuşmayı, onlara kendilerini iyi hissettirecek yollar sunmayı. Ama aradaki ince sınırı atlamıştım. Ben maşallah yardım isteyene de istemeyene de tekamül yolculuğunda beraber yükselelim gayesiyle bildiklerimi itelemeye çalışıyordum! Sanıyordum ki ben anlatırsam, belki onlar o kadar acı çekmeye gerek kalmadan benim baktığım yerden bakarak anlayabilirler. Aslında bilmeden herkesin yolculuğuna saygısızlık ediyordum. Bunu fark etmenin verdiği hafifliği size anlatamam, kimsenin duygusundan ve hayatından sorumlu değildim! Birinin iyiliğini istemekte yanlış bir şey yok, ama biz kim olarak kimin için hangi iyiyi istiyoruz? Kimin iyisi herkese iyi, kimin kötüsü herkese kötü? O zaman kendi “kötü” algıların için talep gelmeden sen kendi kendine neyi “iyileştirmeye” çalışıyorsun? Oh! Öğretildiğim bir ‘iyi insanlık’ normunu daha oracıkta salıvermiştim.

“Her cana destek olmaya devam et, özellikle hayvanlara yardım etmeye devam et. Bahçenle ilgilen, bolca toprağa dokun, çiçekler ek. Evrene beklentisizce verdikçe misli misli alacaksın. Yeter ki almak için verme.”

İkinci üçüncü kadehe hiç gerek yoktu bu sefer!

Bu öğütler kalbimden dolup taşarken şükrandan ağlıyordum haykıra haykıra. İkinci, üçüncü pencere çoktan açılmıştı ama o kadar derin bir meditasyon halindeydim ki, dışarıda olanın farkındalığıyla tamamen içimdeydim. Daha fazla ilaca ihtiyacım yoktu bu sefer. Mesajlar daha net olamazdı. Sonra birden mide bulantısı hissetmeye başladım kovama sarıldım. Kustum. Cesar ilk seremoni öncesi “Purge ettiğinizde (istifra, temizlenme, arınma) Toprak Ana’ya sorun sizden neyi temizliyor, öğrenin” demişti. İlk seremonide zihnim öyle kalabalıktı ki aklıma gelmemişti. İkinci seremonide kova kucağımdayken hatırlayınca sordum, neydi temizlenen?

Yadırgadığım insanlar gözümün önünden geçmeye başladı. Herkes ama herkes etrafımda bir daire oluşturmuştu ve sırayla karşımdaki değişiyordu. Yolda üzerime üzerime yürüyor diye bağırdığım insanlar, metrodada beni ittirerek yer bulmaya çalışan insanlar, ağlayan çocuğunu tokatlayarak susturmaya çalışıyor diye mani olmaya çalıştığım anneler, yalanını yakaladığım arkadaşlar, işyerinde ikiyüzlü davrananlar, ilişkilerde çıkarcılar, şu zamana kadar “kötü” diye tasvir ettiğim bütün insanlar etrafımda dönmeye başladı. Daire döndü, döndü, o kadar hızlı dönmeye başladı ki birleştiler, bir oldular, sonra ben oldular, kendime baktım kaldım.

Hepimiz biriz!

Sevgiyle doldum, şefkatle doldum. Ben ve onlar diye bir şey yoktu ki? O yadırgadığım tüm insanlar ya bana benden bir şey göstermişlerdi ya da “kötü” diye tanımladığım, korkup kaçtığım ne varsa önüme getirmişlerdi. Aslında hepsi, her sabah yoluma çıkan en tanımadık insan bile, bir amaç için benim gerçekliğime girebiliyordu: beni büyütmek, kendimin daha iyisi olmama yardımcı olmak için! Aslında yalnızca etrafıma ve etrafımı algılayış biçimime bakarak büyümek mümkündü ama; insanın doğası kendi yarattığı kimliğe sıkı sıkı tutunup “ben ve ötekiler” algısı yaratıyordu. Burada yanlış bir şey yoktu ama tekamül işte tam burada başlıyordu. Bu sorumluluğu almak ise yine bir seçimdi. Çünkü “ben iyiyim ama onlar tü kaka” demek her zaman en kolayıydı!

“Sen zihninin yarattığı kimlikten çok daha ötesin. Hayatına giren herkes senin öğretmenin, şefkatle kucakla onları.” diyordu bana kalbim.

Kafam bir noktada karışmıştı, hem kendimi ve enerjimi koruyup hem almaya odaklanmadan nasıl sürekli verecektim ki?

“Kendini mutlu eden şeylere vakit ayır. Köklenmeye, topraklanmaya vakit ayır. Zamanla sınırlarını öğreneceksin.”

Bir süre boşlukla kaldım. Sonra kalbim devam etti:

“Eğlenmene bak. Eğlenmek ve öğrenmek için burada olduğunu unutma. Hata yapmaktan korkma, kendine düşmeyi öğret. Düş ve gül kendine. Eksikliklerinden öğrenmenin tadını çıkar, her saniyenin tadını çıkar. Hayatı kendine zindan edenin kendin olduğunu gör ve hazla, eğlenerek yaşamanın bir seçim olduğunu fark et. Yaptığın her işi severek yap, bütünün hayrına yap, yapmak istediklerin için çok çalış, elinden geleni yap, sonrasını hayata bırak. Merak etme yol açık, kökler seni çağırıyor. Her zaman kendin ol, sev, bağışla, şefkatle kucakla ve yalnızca kendini nasıl eğlendireceğine bak. Bu oyunu zevkle, layığıyla oyna. Sen yalnızca sevdiğin işlere enerji verdikçe hayatın sana neler sunacağını göreceksin. Bunlar senin zenginliğin.”

Mutluluktan gözümden yaşlar süzülüyordu. Toprak ana kalbimden hiç gitmesin istedim.

“Ben her zaman buradayım.” deyiverdi kalbim, “yeter ki sen duymak iste!”

Sonra önümde birkaç hayvan belirdi. Işıl ışıl parlıyorlardı, aşırı görkemli ve güzellerdi.

“Hayvanlarınla çalış. Çıkmazda hissettiğinde onlara danış; sana yardım edecekler.” dedi kalbim. Daha önce katıldığım bir şamanik çalışmada ilk erk (güç) hayvanımın karga olduğunu öğrenmiştim. İlk ayahuasca seremonimde gördüğüm gümüş başlı kuğu da ikincisi olmuştu. Şimdi ise üçü beraber karşımdalardı karga, kuğu, geyik. Tabi bu bilgiyle de ne yapacağıma dair o zamanlar hiçbir fikrim yoktu, sonradan katıldığım bir şifa çalışmasında bu hayvanlarla aramda nasıl bir bağ olduğunu öğrenecektim. Erk hayvanlarıyla çalışmak üzerine detaylıca yazacağım merak etmeyin 🙂

İç sesim devam ediyordu:

“Boş bilgiden uzak dur, haberler, politika, kendini taraftar bulduğun her şeyi çıkar hayatından. Her ‘taraf’ bir öteki ilüzyonu yaratır. Sen bütünü gör. Çalışmaların hakkında az konuş, sorulduğunda konuş, bildiklerini yaptıklarını da korkmadan paylaş. Sen bu bütüne şifa taşıyan elçilerden birisin, ilgi duyana, sana gelene her zaman anlat. Senin konuşman gerek, insanlara farkındalık taşıman gerek. Fakat bunun hiçbir zaman egonu beslemesine izin verme.”

Nereden bilecektim ayahuasca sayesinde duyduğum bu öğüt, bugün bu bloğun temellerini atmama sebep olacakmış meğersem 🙂

Birden karşımda bir adam gördüm, yüzünü göremiyordum arkası dönüktü ama adam elleriyle ışık saçıyordu, havaya ışıktan semboller çiziyordu.

“Bu adamı bul. Sana yardım edecek. Semboller üzerine çalışacaksın.”

Hangi sembollerdi bunlar çok anlayamamıştım ama adamın kim olduğunu biliyordum! İsmini, cismini bilmesem de bir arkadaşım yaklaşık 6 ay önce bana bu adamdan bahsetmişti. Bir eğitimine gitmişti ve üç tane sembol öğrenmişti. Sembollerin ne olduğunu da, adamın tam olarak ne yaptığını da bilmiyordum. Aylar sonra, seremonimin ortasında adama ulaşmam konusunda yönlendirilmiştim!

Hayat ne acayipti!

Tesadüf diye bir şey yoktu. Bu şahane adamdan da ondan öğrendiklerimden de uzunca başka bir yazıda bahsedeceğim. Şimdilik buradan metafizik öğretmenim Halit Çevik’e sevgilerimi gönderiyorum.

Zihnimden minik, minnacık bir konu daha geçti elbet: Aşk! Peki ya gerçek aşkı ne zaman bulacaktım? 🙂

“Sen kendine şefkat, sevgi ve haz verdikçe gerçek aşk hep yanıbaşında olacak.”

Minnet doluydum. İçimdeki bilgeyi ayahuasca ile kalbimden böyle net duyabildiğim için şükrediyordum. Göğüs kafesim genişlemiş gibiydi, sevgi gönderiyordum herkese, ışık gönderiyordum. O gün saatler nasıl geçti anlayamamıştım mumlar yandığında. 5 saat boyunca hiç kıpırdamadan oturmuştum (arada bir kere çişe gitmiştim, tamam hadi yalan olmasın :)) Ve sonrası yine seremonimizi kapatma konuşması, şükranlar, dualar…

Özümüz yalnızca sevgi!

Grupça enerjimiz aşırı değişmişti bu ikinci seremoniden sonra. Aile gibi olduk. Birbirimizin en zayıf, en travmatik yaralarına beraber alan tuttuk, beraber şahit olduk ya; bağımız çok derinleşti. O gece Nidra Wasi’ye dönerken hepimiz birbirimize sarılıyor ilan-ı aşklar ediyorduk. Kalbimden duyduğum her öğüdü dinleyeceğime dair kendime söz verdim ve bilmiyordum ki bu seremoniden sonra kalbimin sesi, o içimdeki bilge, beni hiç bırakmayacaktı, bırakmadı da…

You Might Also Like