Ateş Çemberinden Geçen Gölgeler
Güneş ışıkları yengeç dönencesine dimdik vurur da kuzey yarım kürede yılın en uzun günü yaşanırken, bilin ki yalnızca yılın değil ömrünüzün en uzun günü yaşanmış gibi hissedeceksiniz. Yengeçte güneş tutulması, hem de ateş çemberi. Geçen sene bu zamanlar tutulma dönemine girerken yazmaya başlamıştım “karmik dönüşümler başladı” diye. Son 19 yılın karması çok derin bir şekilde ameliyattaydı bir senedir. Şimdi o ameliyatın en kritik noktasındayız. Nefesler tutuldu, göğsümüze öküzler oturdu, kalpler sıkıştı, belimizde bir ağrı var. Bu tutulma en çok kalp ve kök çakrayı aktif etti, çünkü artık ev ve sevgiye dair tarihi geçmiş inançları, karmaları temizliyor bu ameliyat. Hepimizi geçiriyor içinden karmanın ateş çemberi …
Karma Denilince Unutulan Gerçek!
Karma denince çok yanlış anlaşılan bir şey vardır, zannedilir ki sadece senin geçmiş hayatlarında ve bu hayatında yaptığın her aksiyonun sonucudur karma. Evet karma senin aksiyonlarını muhakkak içerir amma, karma asıl atalardan gelir. Senin DNA’n en büyük karmandır canım kardeşim. Bazen de geçmiş yaşamların püri pak olsa dahi sırf tıkanan gen aktarımını bozmak için gönüllü olur da gelirsin bu hayata, karma temizlemeye, gen aktarımını yani DNA yenilemeye.
Ev, yurt, aidiyet, ilişki, anlayış, şefkat kavramları atalardan öğrenilir. Şimdi de bu alanlardaki gölgelerin hepsi ifşa ediliyor. Kökünde aidiyet, kalbinde sevgi nasıl kodlanmıştı? Ben sana söyleyeyim kolektiften temizlenen karmayı: Terk edilme korkusu ve şefkatsizlik. Yani seni asıl evinden alıkoyan iki ana unsur. Senin gerçek evin neresi biliyor musun? Sensin! Bunu unutup da tutunduğun her şey terk edilme, yalnızlık korkusundan…
Her şey seni sana getiriyor…
Çünkü henüz sen otantik benliğin olamadan hayatına çıkan her şey, seni sana, özüne götürmeye çalışırken; sen zihninin yarattığı egoda kalmak için bildiklerine, gördüklerine, sevdiklerine, kan ailene, “ev” sandığın her şeye tutunmaya çalışırsın. O yüzden bir türlü hayat sana istediğini vermez, seni istediğin gibi sevmez, seni bekledigin şekilde takdir etmez; sen de etrafını suçlarsın, karşına çıkanları ve en çok da kendini yargılarsın bu ıstırap yüzünden. Kendi duygularının, düşüncelerinin, yaşamının sorumluluğunu alamadan kızarsın yoluna çıkanlara, yoluna.
Ne kendine şefkatin vardır bu yolda, ne de yolda karşılaştıklarına. Çünkü beklentilerin vardır hayattan, almak istediklerin vardır. Çünkü “takdir edilmek için kendini feda et”tir, “birileri sana hep yanlış yaptı”dır, ya da “birileri gelsin seni kurtarsın”dır ne yazık ki atalarından sana aktarılan. O yüzden aslında herkes, her şey seni evine yani özüne, bizzat sana getirmeye çalışırken; sen yalnız kalmayayım diye elinde ne varsa ona tutunursun. Tutundukça yalnızlaşırsın. Ait hissetmek istedikçe uzaklaşırsın çünkü; kendi köklerini dünyaya bağlamak, kendi bedeninde evinde, bizzat kendine ait hissetmekle başlar; ama sen unutmuşsundur.
Yengeçte Güneş Tutulması
İşte bu tutulma hatırlatır: Sen senle olduğun müddetçe evindesin. Sen kendine sahip çıktıkça aitsin. Sen kendini olduğun gibi kabul ettikçe şefkatsin. Hayatın da işte tam bunu kabullendiğin noktada değişir, dönüşür: ihtiyacın olan her şey ve tek şey sensin! Ve ne yazık ki, acı ama hakikat: Sen kendine bunları hatırlatmadıkça da karmanın kölesisin, aktarıcısısın.
Elbette altını çizelim ki; hepimiz aynı anda hatırlamayacağız! Herkesin karmayı kıracağı idrak noktası kendine has, geçmesi gereken deneyimler şahsi. Kendine hatırlatamadın mı; e demek ki daha çekilecek ıstırabın var güzel kardeşim. Istırabından da korkma, bu evren oyle müthiş ki; sen “yetti” deyince dönüşüveriyor o ıstırap güzelliklere, mucizelere. Zaten bu “lila”da, yani bu ilahi oyunda; ıstırap bu yüzden var. Sen “yetti” diyesin de, artık eve gelmeye karar veresin diye.
Sen bu evrenin en güçlü varlığısın!
Sen hayatını neye istersen ona dönüştürecek güçtesin. Sen bunu hatırlayana kadar gücünü devrettiğin anlaşmalarla boğuşacaksın elbet. İşte hayatın güzelliği tam olarak burada başlıyor. Dermanı derdin içinde. Ya Rab sen ne büyüksün!
O yüzden kendine kızma artık! Başkalarına hiç kızma! Gücünü devral! Kendine acıma! Başkalarına hiç acıma! Herkes aynı özden gelmekte, herkes aynı güçte, herkes kendi hayatını dönüştürebilir, herkes aynı oyunun bambaşka rollerindeki karakterler ve hepsi gerekli. Sen kendi yoluna bak. Sen kendini bulmaya bak. Bu eşsiz valste, oyunun gereği olan bu cehalete, unutmuşluğa şefkat akıtmaya önce kendinden başla; sonra da akıt etrafındaki her cana!
Baba Ram Dass’ın en sevdiğim sözüyle bitireyim bugün: “Hepimiz birbirimizi eve yürütüyoruz.”
İşte, hatırlatır bu ateş çemberi: O ev sensin, o evde yeterlisin, güvendesin, berekettesin. Sen iste olsun. “Sen ol de olsun. Ama önce sen ol da, olsun” diyen Halit hocama da buradan aşk olsun.
Kutlu olsun yeni ayımız,