Aşk ve İlişkilere Dair

İlahi aşkla dolup taşan biri olduğumu bilenler bilir. Baktığım her yerde aşık olacak bir şey bulurum. Ama bu aşk hissini kendimde, kendimle hissetmem çok uzun zaman aldı. Çünkü evrim yolculuğunda bu normal. Lanet gibi görünen bu yara aslında bir o kadar doğal, bir o kadar insana özgü, bir o kadar gerekli. Kendimizde aşkı bulamadan başkalarına aşık olup da acı çekmelerimiz de bu yüzden bir o kadar doğal. 

Öğrencilerimden bir tanesinin içten sorusuna tam cevap yazacakken, rehberlerim “bu cevabı herkes duysun” deyiverdi. Çünkü biliyorum, ilişkiler hakkında konuşmamız gereken çok şey var. Ama konuşulmayanları konuşmamız gerek. Üzerini kapatıp kendi kendine iyileşmesini umduğumuz bir yaranın üzerini açıp; tatsız da olsa bir pansuman yapmamız gerek.

Haydi başlayalım o zaman!

Ben bir aşk insanıyım. Yirmilerimin başından beri aşkla büyüdüm, yaşadığım ilişkilerim öğretmenlerim oldu. Kendimi bildim bileli aşkı aradım. O “sonsuza dek mutlu mesut yaşadılar” masalının prensesi olmaya kararlıydım. Yirmilerimin başında sözlendim, sonra ayrıldım… Yirmilerimin ortasında nişanlandım, sonra ayrıldım… Yirmilerimin sonunda evlendim, ve yine ayrıldım… Ayrılıklar çoğu kez “başarısızlık” gibi nitelendirilse de; ben o döndüğüm yolların, geçtigim deneyimlerin hepsini başarım olarak görüyorum ve hepsine beni getirdikleri yerden ötürü minnetle bakıyorum. Zira, gerçek aşkı bulabilmek için; bu deneyimlerden geçmem gerekti. 

Ayrılıkları başarısızlıklar olarak görmeyin. Her ilişkinin hizmeti farklıdır. Hepimiz birbirimizi eve yürütüyoruz ya, işte siz evi bulma yolculuğuna sadık olun yeter. O evde olması gerekenler elbet eninde sonunda sizi bulacaktır. O yolculukta da bazıları size bir müddet eşlik eder, sonra onların vadesi dolar, hizmeti tamamlanır. Ve yolculuk devam eder. Hem de daha olgun, daha bilge, daha farkındalıklı bir versiyonunuz ile.

İlk İlişki Ailede!

Hepimiz çocukluğumuzdan itibaren aile içinde, sosyal çevremizde ilişkilerle büyüyoruz. Sonra genç bir kadın, genç bir adam olarak bireyliğimize adım attığımız andan itibaren aşkla tanışıyoruz ve çocukluğumuzda gördüğümüz ilişkilerden öğrendiklerimizle ilişkiler yaşamaya başlıyoruz. Fakat kendimize dair bilgimiz az olduğundan, insanın doğasını ve bu hayatın amacını bilmediğimizden; ailelerimizden, kültürümüzden öğrendiklerimizle tanımladığımız egomuza istinaden paldır küldür kendimizi bir çekimin içinde buluyoruz, bilmeden travma bağları kuruyoruz, canımız acıyor sonra. O bağların sonu hüsran, hayal kırıklıkları, parçalanmış bir kalp oluyor. 

İşte amaç da bu, o acıların altındaki travmayı görüp iyileştirmek ve acıtmayacak bilinçli seçimler yapmaya başlamak. Aslında o kırıklar öyle güzel ki; hepsinin hizmet ettiği bir amaç var, hepsinin bir mesajı var: “Neden kırıldığını anla!” Çünkü bugün beni kıran şey, seni hiç kırmayabilir. Bugün beni korkutan şey, seni çok heyecanlandırabilir. Bizim hayat algımız tamamen şahsi ve bize özgü. Haliyle bu algıya istinaden hissettiklerimiz de öyle. Yani aslında, bilinçaltımızda kodlanan egomuz neleri “olması gerekenler, olmaması gerekenler, kaçınılması gerekenler, elde edilmesi gerekenler” olarak tanımlamışsa, hayat deneyimimiz ona göre şekilleniyor. Hayatlarımızı otomatik olarak o koda istinaden yaşıyoruz. İlahi oyun da, hayatın amacı da tam burada başlıyor işte. O da, kendi otantik benliğini bulmak!

Kendinle Olan İlişkin ve Aynaların

Çünkü aslında tek bir ilişki var; o da senin kendinle olan ilişkin. Geri kalan herkes, ailen, eşin, dostun, iş arkadaşların, yani ilişki kurduğun herkes de senin aynan. Sen sağlıklı bir “ben” tanımı yapamadığında, aynaların da sana bunları yansıtmaya başlıyor. Aynalarından yansımasına rağmen yüzleşmek istemediğin, ya da yüzleşmemek için bahanelerinin olduğu bazı şeyleri; bazı ilişkilerde tolere edebiliyorsun. Ailede mesela bazı şeyleri tolere etmek daha kolay, neden? Çünkü kardeştir, kan bağı vardır, affedilir. Amcadır, büyüktür, saygıdan susulur.

Ama işte aşk, o tolere adı altında kendine ettiğin ihanetleri dürüstçe ve acımasızca önüne getiriverir. Ailende sustukların, iş yerinde sesini çıkaramadıkların, dostlarında alttan aldıkların gelip aşkta seni öyle bir tokatlar ki; artık kacacak deliğin kalamaz. O yüzden aşkta bir sürü hüsran çıkıyor yoluna ki; o hüsranları hayatına davet eden kodlanmışlığını gör. O yüzden bir sürü hayal kırıklığına maruz kalıyorsun ki; kurduğun hayaller gerçekten senin hayallerin mi bir dön bak!

Sen kendini sevmeyi, kendini seçmeyi, kendi doğrunu konuşmayı, kendi ihtiyacını önceliklendirmeyi nerede bırakmıştın? Neden unutmuştun? Yoksa hiç öğrenmemiş miydin? İşte bütün o acılar, sen kendine bunları sor ister.

Hayatın Amacı: Otantik, Özgün Benliğinle Kavuşmak

Öğretilmişliklerimize istinaden yaşıyoruz ilişkilerimizi, daha kendimizle sağlıklı bir ilişki kuramadan. Ailelerimizde tanıklık ettiğimiz ilişki, kültürümüzde öğrendiğimiz ilişki bilinçaltımızda kodlanıyor ve bir ömür seçimlerimizi, algımızı, ve haliyle de davranışlarımızı belirliyor. Sonra ilişkilerde canımız acıyınca bazılarımız kendimizi ilişki yaşamaya kapatıyoruz, bazılarımız aşka inancımızı kaybetmesek de aynı paterni tekrar eden ilişkilere maruz kalıyoruz. Peki evren bize ne anlatmak istiyor? Yaradanın, hayatın bize garezi mi var? Hayır elbette ki yok, aksine sen gerçek aşkı bulabilesin diye önce aşkın ne olmadığını anlaman gerekiyor! İşte bu dünyanın dual olmasının sebebi bu. Işığı görebilmen için karanlığa ihtiyacın var.

Evren istiyor ki sen kendinle bir buluş önce. Kendi tanımlarını kendin yap. Öğrendiklerinin ne kadarı sana uygun, ne kadarı aşka, sevgiye uygun bir değerlendir ve ezberlediklerini tekrar etmeyi bırak, kendine otantik, özgün bir benlik yarat.

Aşk ne değildir?

Aşk öğretmenlik değildir, aşk ebeveynlik değildir, aşk kendini sürekli feda etmek değildir, aşk varsayımlar değildir, aşk beklentiler değildir, aşk her şeyi affetmek değildir, aşk emek değildir. 

Aşk nedir?

Aşk eforsuzdur, aşk açıktır, aşk dürüsttür, aşk gardsızdır, aşk acizdir, aşk iletişimdir, aşk sınırlardır, aşk özgünlüktür, aşk kendi alanın olmasıdır, aşk kendin olmaya devam etmendir!

İşte problem tam olarak burada başlıyor, kendimiz olmayı bilmeden ilişkilere, kişilere göre şekil almaya çalışmakta! Varsayımlarda bulunarak beklentiler içine girmekte. Karşımızdaki insanı olduğu haliyle tanımaya gayret etmeden ona hayali bir karakter çizip sonra o olmadığını görünce hayal kırıklığına uğramakta…

Ama bu hayatın güzelliği de burada başlıyor işte!

Ne dedik, dual dünya, ikili dünya! Problem varsa çözümü de var. O da “kendini bilmek”le başlıyor. “Ben kimim” sorusu ise bu hayatta sorabileceğiniz en zorlu sorulardan bir tanesi. Ama işte hayatın amacı bu soruya huzur ve haz içinde bir cevap verebilmek. Aydınlanmak, uyanış dediğimiz şey belli bir bilgelik düzeyine varıp artık hiç negatif duyguya maruz kalmamak değil.

Aydınlanmak, o kapıyı sürekli çalan negatif duyguları buyur etmek, hikayelerini dinlemek ve o hikayelerden ibaret olduğuna inanmaktan vazgeçmektir. O duyguların ardındaki hikayeleri görüp de onlara rağmen kendi hikayeni yazmayı seçmektir! Kendi yazdığın hikayeyi yaşamaktır! O hikayenin nasıl ilerleyeceğini, senaryonun tüm detaylarını, en önemlisi ise baş rolünü tüm detaylarıyla yazabilmektir işte aydınlanmak, uyanış. 

Sen o hikayeleri görüp kendi hikayeni yazmaya başladığında kendi frekansını yükseltirsin, bu hayatta neyi titreştirmek istediğini bizzat kendin seçmiş olursun. Döngüler de orada kırılır. Bir süre sonra o eski hikayeler kapını çalmamaya başlar. Çünkü hayat deneyimin de senin yeni frekansınla uyumlanmaya başlar. Ve bu bir süreçtir.

Hepsi Sen Gücünü Devral, Sen Kendi Bütünlüğüne Gel Diye!

Seni üzen her şeyin, canını acıtan her deneyimin, kalbini kıran her insanın, sana getirdiği mesajlara baktıkça onların içerisinden kendi mutluluğunu önceliklendiren standartlar belirlemeyi ve sınırlar çizmeyi öğrendikçe, bilinçaltının çöplerini temizleyip enerjini hayatında yaşamak istediklerine verdikçe, kendinle bir bütün olursun. Kendini insanlığınla, her şeyinle seversin, kendi kabul alanına saygı duyarsın, kendi duygunu onurlandırarak yaşamaya başlarsın.

Çünkü zamanla anlarsın, sen yaradanın biriciğisindir, bu hayatın sonludur, sahip olduğun tek şey de bedenin ve zamanındır. Yani bedenin ve zamanın senin varlığındır! Hayat da zaman kaybetmeden varlığını onurlandırmayı öğrenmeni ister. Bu yüzden önce sana varlığını onurlandıramadığın deneyimler gösterir ki, ıstırabının sebebini gör, ve diğer yöne yürümeyi seç. Yani öğretildiklerini değil; kendini ve kendi mutluluğunu seç. 

Algı Kişiye Özgüdür, Kimsenin Algısı Senin Sorumluluğun Degildir!

Unutma, sen mutlu olmadığın müddetçe, kendini önceliklendirmediğin sürece başkalarını mutlu etmeye çalışsan da edemezsin. Çünkü herkes sana senin kendine dair hissettiklerini aynalar. Kaldı ki; herkesin mutluluk tanımı da kendi algısında yatar. Herkes hayatı kendi öğrendiği şekilde algılar. Bazen senin kendini yırtarak yaptığın şeyler bazılarını hiçbir zaman mutlu etmeyecekken; bazen sadece varlığın bazılarını mutlu edecektir. Bazıları sen ne yaparsan yap sende güzellik göremeyecek, kendi kalbinde olan çirkinliği sana yansıtacaktır. Bazen sen hiçbir şey yapmasan dahi birileri seni dünyanın en güzel insanı olarak görecektir.

O yüzden herkesi tatmin edemeyeceğini kabul edeceksin. Ağzı olan konuşur, bileceksin. Sırf bu yüzden inatla kendini seçeceksin. Sen önce kendi bütünlüğünü fark edeceksin, kendi ihtiyaçlarını ve huzurunu önceliklendireceksin ki hayatına senin varlığınla, seçimlerinle, senin kendini onurlandırışınla mutlu olacak insanlar alacaksın.

Yani aşk aslında nedir?

Aşk senin kendi varlığını onurlandırışının sana yansımasıdır. O sevdiğin sevgililere akan aşkın kaynağının sende olduğunu görmektir. Aşk sensin! Ve o aşkı kendine de akıtabilirsin! Ne zaman ki sen kendi hayatını kendine duyduğun aşkla doldurmaya karar verirsin, içine sinmeyenleri açıklıkla dile getirip “hayır” dersin; kendi mutluluğun için kimin ne düşündüğünü önemsemezsin; ne zaman ki sen ihtiyacın olanı yapmak için kimseden onay beklemezsin; ne zaman ki sen kendi duygularını yargılamadan sahiplenirsin; ne zaman ki sen aynada gördüğün suretin sırf varlığından ötürü cenneti hak ettiğini de görebilirsin; işte o zaman cennet serilir ayaklarına.

İşte o zaman sen içindeki ilahi dişilinle ve ilahi erilinle bir olursun, işte o zaman evren de seni aşka boğar. Tum aynaların senin kendine duyduğun aşkı yansıtır. Çünkü aslında tek bir aşk vardır, o da yaradan aşkıdır. Yaradan aşkı ise şu anda seninledir, çünkü yaradan senin içindedir! Seni asla yalnız bırakmamıştır. Aksine yaşadığın ıstırabın dahi amacı kendine seçtiğin deneyimlerle hayatını şekillendirdiğini görmen ve kendi içindeki yaradanı bulmandır.

Aşk Frekansında Titreş!

Sen kendinle bütünlük içinde olduğunda, kendi içindeki yaradanı her saniye onurlandırmayı seçtiğinde, kimse için şekil almadığında, elalemin ne düşündüğünü umursamadan kendin olmayı seçtiğinde bu tüm ilişkilerine yansır. Hem sen hayatına aldığın insanlar için bilinçli seçimler yapmaya başlarsın, hem hayat da seni onurlandıracak insanları yoluna gönderir. Çekim yasası böyle çalışır, sen kendi frekansını belirlersin; hayat da üzerine bereketle yağdırır.

İşte bu yüzden her şeyin başı sonu sensin. İşte bu yüzden kendi algının , düşüncelerinin, deneyimlerinin sorumluluğunu almak zorundasın. Sen kendini şifalandırdıkça, kendi içinde kendi özünle bir oldukça, o yüksek benliğin olmaya karar verip umarsızca gönlünden geçtiği gibi yaşadıkça aşk olursun, aşk bulursun.

Sen aşk olursan dünya aşk olur, çünkü senin varlığın, algın, frekansın yalnızca aşk yaratır!

Herkesin kendi benliğiyle aşk yaşadığı, herkesin birbirine kendisi olma özgürlüğü verdiği, herkesin birbiri içerisindeki yaradanı olurlandırdığı aşk dolu bir dünya yaratıyorum şu an!

En mükemmel şekilde öyle de oldu!

You Might Also Like