11/11 Merkür Tutulması

Gerçekten çok istedim bu ekim ayı ilişkiler hakkında yazayım, kasım 11:11 portalinden uzunca bahsedeyim. Kolektifte çok büyük karmik temizlikler yapıldığından sene başından beri bahsediyorum ama; bu sefer karma beni derinden vurunca farklı bir seçim yapmak zorunda kaldım: bütünü iyileştirmek önceliği yerine bütündeki zincirin halkası olarak kendimi iyileştirmeyi önceliklendirdim. Sonra bir baktım ki zaten ne de büyük bir yanılgının içindeymişim, yine odağım dışardaymış. Ben de eylülde başlayan bu içe dönme sürecini layığıyla aldım masaya yatırdım.

Yazmaları okumaya, konuşmaları dinlemeye dönüştürdüm, kendimi değiştirmeden göreceklerimin değişmediğini bilerek.

Sağolsun terazinin enerjisi önce adaleti sorgulattı, öze adaleti. Kendime yaptığım tüm adaletsizlikle yüz yüze geldim, ne kadar da kendimi yargılıyordum böyle! Olumlu özelliklerini say desen bin kere düşünen ben, olumsuzlara gelince makineli tüfeğe bağlıyordum mübarek. Başka bir insanı sürekli yersen, olumsuz eleştirsen, o insanın ışığı nasıl söner? Suya bile sövsen tadı nasıl değişir, çiçeğe sövsen boynu nasıl bükülür, bir dene de gör. (dilerim denemezsin ama deneylerine bakarsın..) Yani sözün özü, “sen kendini sürekli yargılayarak tomurcuklar açabileceğini mi zannediyorsun?” diye geldi bana adaletin tokadı. 

Sonra akrebe geçince, evren sanki “gör bak, dönüşüm noktası sevgidir, sen kendini sevmeyi öğrenene kadar sana kendinde -dolayısıyla da hayat ailesinde-  sevmediğin ne varsa göstereceğim.” demiş gibi oldu. Dolunaya kadar sevgiye uymayan ne kadar kalıplaşmış özelliğimiz varsa oradan sınandık, sevgi dolu seçimler yapmamız istendi, aslında sınav dediğimiz şey fırsat ya; değişeceksin emrini zorla uygulattı hayat bu kasım başında. 

Ve Sonra 11/11 Portali Gelince!

11/11’de yine enerji akışının yoğun olduğu bir aktarıma maruz kaldık. Portalden yağdı gene yeni frekans dalgaları, yeni bir bilinç düzeyine davet edildik hep beraber. 

Numerolojinin özellikle de 11:11’in gizemini eminim bir yerlerde duymuş, görmüşsündür. Bazen saate bakarsın 4:44, 17:17, gibi tekrar eder rakamlar. Bir rakam, herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde dikkatimizi çektiğinde aslında bulunduğumuz yere, kişilere çok dikkat etmemiz gerekir zira; numaralar gizli anlamlar taşır. Evren bizimle böyle küçük ‘tesadüfler’ aracılığıyla konuşur, kişisel gelişimimize hizmet edecek bir fırsat ile karşı karşıya olduğumuzu işaret eder tekrar eden rakamlarla. 11 ise numerolojide en sezgisel numara olma özelliği taşır. 11’in tekrar ettiği durumlarda aslında bilinç ile iletişime geçmeye davet ediliriz ve 11 bize ‘yeniden doğum için gerekli bilgileri akıtması’ ile ünlüdür. 

Canım Merkür Retrosu

Fakat bu sene 11 Kasım, her sene tekerrür eden şık ve bilge bir tarih olmaktan çok daha öte bir anlam taşıyordu: Bir yüzyılda toplam 13 kez gerçekleşen Merkür tutulması da bu sene 11/11’de gerçekleşecekti ve dev bir enerji akışı ile 11/11 portal kapısı açılacaktı….

2019 Mercury Transit Captured by NASA.

Merkür zaten 22 kasıma kadar retroda. Merkür iletişimin gezegenidir, ve dünyadan ‘geri hareketinde’ gibi göründüğünde iletişim sıkıntılarına işaret ettiği söylenir. Ben sevmiyorum gezegenleri ve retroları kötülemeyi. Zira içte ne ise dışta o. Ö yüzden aslında merkür retro halindeyken nerelerde iletişim sıkıntısı yaşadığımıza ve kendimizle, duygularımızla nasıl iletişim kurduğumuza ışık tutar. Sorunların hepsini görünür kılar ki iletişim kanalımızı sevgi ile revize edebilelim. 

Tam dolunay öncesi şahane bir yükleme aldık anlayacağınız. Neleri temizlemek istiyorsak hayatımızda, artık hazır hissediyoruz ve dönüşüme sanki daha rahat teslim olur gibiyiz.

Üstüne Afiyet Dolunay!

Dolunayda da bu temizliğe fırsat verdi ay Boğa ile buluşarak. Toprakla kalıplaşan ne varsa, toprağın o bereketli, var eden gücü ile dönüştürülür dedi ay duygularımıza. Şimdi güneş adım adım yaya ilerlerken, aslında seneyi nasıl kapatacağımızı ve yeni seneye nasıl başlayacağımızı çok iyi biliyoruz. Neyi artık geleceğe taşımamamız gerektiğini biliyoruz. Değişim, dönüşüm elzem biliyoruz ve gelmekte olan ateş enerjisi ile yeniden yaratımımız en mükemmel şekilde desteklenecek, gönüllü isen, hazır isen.

Hayat dediğin değişimden ibaret. Hiçbir şey ama hiçbir şey kalıcı değil hayatta. Hiçbir duygu, hiçbir olay, hiçbir can kalıcı değil. Ölümlü dünyada her şey her saniye değişmekte, dönüşmekte. Olduklarımızı o kadar seviyoruz, o kadar tutunuyoruz ki bize ait sandıklarımıza, hayat bize onların daha ötesi olduğumuzu hatırlatmak istediğinde bırakamıyoruz, işimize yaramasa bile varlığını bildik ya bir kere; öylece kalsın istiyoruz. Sıfatlarımız, sevdiklerimiz, biriktirdiklerimiz, hep kalsın hep olsun diyoruz; çünkü bilmiyoruz onlarsız ne oluruz! 

İnsanın en büyük korkusu yok olmak, bu korku temelli kararlarla da, korktuğu sonu hızla çeken bir düzen yaratmış insanoğlu. “Sıfatların olsun ki kendini tanımlayabil, sevdiklerin olsun ki tamamlanabil, biriktirdiklerin olsun ki güvende ve yeterli hissedebil” demiş eril enerjinin ötesine geçemeden; seni yarına odaklamış, elde ettikçe değerlenip tamamlanacakmışsın gibi. Zihin de bunu kopyalamış, nesilden nesile inatla taşıyor, yalnızca anda olmayı, koşturmadan sakinlik içinde kalmayı değersiz, pasif sanmış, öyle görmüş öyle inanmış; ne yapsın? 

Hakikate Gel!

Halbuki öz biliyor. Dönüşmek gerek, değişerek değiştirmek gerek, öz sevgiden geçerek sevgi temelli bir düzen kurmak gerek. Öz biliyor, sen her şeyinle tamsın. Kendini ispatlamak için istediğin sıfatlara bürün; sen tanımsızsın. Gün gelir de beş kuruşsuz kalırsan dahi güvendesin, değerlisin. Sokaklarda yapayalnız kimsesiz olsan bile güvendesin! Ama hatırlamak için önce dönüşmen gerek, kendine, özüne dönmen gerek. 

Dönüşmek farkındalıkla başlar; sürekli yarında ya da dünde olduğunu fark etmekle, sürekli benzer acılara maruz kaldığını fark etmekle başlar, sisteme şikayetlenip de sisteme nasıl katkıda bulunduğunu fark etmekle başlar, aslında öğretildiklerini tekrar ettiğini görüp kendin olmayı seçmekle başlar. Kendine bir kere ben kimim diye sorduğun an o sonsuzluğun kapıları açılır, tüm evren seni özünle buluşturmak için bir olur. 

Yani aslında kendini kimseye anlatmak zorunda değilsin, kimseye bir şey ispatlamak zorunda da değilsin. Sen kendini bilmeye niyet ettin mi zaten; ne o seni tanımlayan sıfatlara ihtiyacın var, ne de kendini etrafındakilere açıklamak zorunda hissetmene. Çünkü sen, sıfatların ardındaki ‘ben’e sarılarak bilme halinin kapılarını açtın, özsün artık o bilme halinde. Özde sıfat yoktur, yalnızca ‘var oluş’ vardır. Var olmanın hafifletici rahatlığı ve huzuru vardır, beklenti yoktur orada, yarın yoktur. Orada, hiçbir tanıma ihtiyacın yoktur çünkü; sen zaten her şeysindir. Hey şey olabilmek ise anda kendin olmayı seçebilmek demektir aslında…

Duyuyorum seni…

Öfkelerin var biliyorum; bu hayatta gölgelerin, yaraların var. Acımaktan nasırlaştığın, ve artık duyarsızlaşıp uyuştuğun döngülerin var. Hayallerin vardı, hayatta yapmak istediklerin vardı biliyorum. Ama etrafında sevdiklerin o hayali sevmedi, ya da sana yakıştırmadı, sana ya ‘yapamazsın’ dediler, ya da senin için başka hayallerin daha iyi olduğunu düşündüler art niyetsizce, ve sen de inandın. Yaş aldıkça hayaller daha uzak gelmeye, değişim daha da zor gelmeye başladı, hayıflandığın o küçücük kaba sığmayı seçmeye devam ettin.

Acı büyüdü, insanlar seni anlamadı, onlar anlamadıkça sen kendini açıklamaya, ispat etmeye, anlaşılmaya, görülmeye, onay görmeye çalıştın; emeklerin hep boşa çıktı, kimse de eforlarını görüp sana o acıyı iyileştirecek bir merhem sunmadı… Acı katlandı, isyan oldu, isyana katkıda bulunan herkes de günah keçisi oldu, başladın suçlamaya ‘çünkü hayat zalim, çünkü insanlar kötü, kimse benim gibi sevemiyor, aslında ben ona bunu yaptım da, o geldi bana bunu yaptı..’ serzenişleri bir anda bulut oldu önünde. 

Dipte hissettin. Aslında kendini yeterince sevip kendin olmayı seçmediğinden etrafındaki aynalar sana kendini ne kadar sevmediğini gösterdiğinde kızdın, indirdin o aynaları duvardan. Kırdın bin parçaya böldün kurtulmak için, sonra o değersizlik sana bin parçadan yansıyınca çıkmaza geldin.

Zihin zaten etrafı işaret etmeye bayıldığından, süreç dönüştü kurbanı oynamaya. Sen çok farklıydın ve kimse seni anlayamadı…. Sen şahane sevdin, tüm ilişkilerini odağında tuttun ve herkese koşturdun ama kimse senin gibi sevemedi.. Herkesin beklentilerini karşılarken, senin beklentilerin hep hayal kırıklığı oldu. Evini, işini, kendini yok etmek istedin, ve “neden yaşıyorum bunu neden neden neden” diye diye bulutların tüm gökyüzünü kaplamasına izin verdin, bilemeden… 

Ama işte hakikat ardında o bulutların!

Çık artık kurban rolünden. Takdir görmek için kendine ettiğin ihanetlerin farkına var. Sıfatların, elde ettiklerin kadar kendine değer vermeyi bırak. Kimsin gerçekten sen? Nedir senin asıl mutluluğun? Şu anda dünyadan internet ve para bir anda silinseydi kim olurdun, ne yapardın? Peki o benlikle aranda duran engeller gerçekten neler? Gör o öğretilmiş korkuları, gör o seni kendin olmaktan alıkoyan tüm ‘kalıpları, gereklilikleri’. Hediye, o gölgelerin tam arkasında. Arzularında, hayallerinde. O yüzden korkma yaralarına bakmaktan, hepsi sana ait ama hiçbiri seni sen yapmıyor. Hepsi orada çünkü yaralarını iyileştirip sevmeyi, kendi içinde bir olmayı seçersen sonsuzsun; kutbun iki ucusun, yin yangsin sen, hayatsın, dualsin, çamur içindeki lotussun, pirincin içindeki siyah taşsın. Kendi taşlarını sen sevmezsen, kim sever seni olduğun gibi? Sen kendin ne olduğunu bilmezsen, kim görür gerçek seni?

Sen “olacaksın” önce, her ne olmak istiyorsan o olacaksın. Sen yapacaksın önce, her ne yapmak istiyorsan onu yapacaksın. Sen kendi elini yargısızca tutmayı, koşulsuzca kendini sevmeyi, sevgi olmayı deneyimleyeceksin ki aynan sana onu yansıtsın. Sen kendini onurlandıracaksın ki hayat da seni onurlandırsın. Sen önce değişeceksin ki, hayatın senin değişimini yansıtabilsin, seninle beraber senin için değişsin! Tutunma bilinene, tutunma eskilere! Bırak hayat arzuladıklarını sana yepyeni yollarla sunsun.

Her şeyin başı sonu Sensin sen!

Peki sen, evrenin frekansı inatla seni değişime ve bilinmeyeni kucaklamaya zorlarken; bugün değişime ne kadar direniyorsun? Kendini anlamaya çalışmak yerine kendini kimlere anlatmaya çalışıyorsun? Hayat seni varlığının ışığı ile parlamaya davet ederken daha hala hangi sıfatların ardına saklanıyorsun? Hiç bir şey olmak zorunda değilsin değerli hissetmek için, hiçbir kalıba uymak zorunda değilsin, hiçbir etiketi taşımak zorunda da değilsin. 

ÖZGÜRSÜN! Bağımsızsın. Tamsın. Yeterlisin. Etrafına koca bir nah çekerek istediğin her şey olabilirsin, bil bunu. Sen kendini olduğun gibi sev yeter. Olduğun yerde mutsuzsan sana bir soru:

– Bulunduğun durumu değiştirebilir misin?

Cevabın evetse, değiştir! sızlanma artık, çık o kurban-zalim oyunundan ve al kendi sorumluluğunu. Değiş, dönüş, değiştir, ve kendine daha hayırlı bir hayat seç. 

Cevabın hayırsa, değiştiremeyeceğin şeyleri kabul edip kendi güzel canını sıkmamayı seç. 

Ha mutsuzsan, durumu değiştirebilirim diyorsan ve hala oradaysan da kendine sor, gerçekten bu seçimi yapmanın sebebi nedir? Kendi öz benliğini bulmak, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyorsan önce zihninin kısıtlarını görmeye bir kere izin ver.  Sonra o kısıtların nereden geldiklerini bir sor kendine: aile dinamiklerine bak, kültürüne bak. İyi-kötü, doğru-yanlış diye konuşan ego yargılarına bir bak, ve sonra kendine sor bunlara gerçekten ihtiyacın var mı, bunlar neye dönüştürülebilir hem kendi hayrım hem de bütünün hayrı için neleri otomatik yaşamayı bırakmak gerek?

Bu soruları sorduğun an o bulutların ardından açacak güneş. Unutma yara dediğin Rumi’nin dediği gibi ışığın bedene girdiği yerdir. Bugün yara gibi görünenler yarın parlaman için fırsat! Bu fırsatları artık gör ve bugün şükranla kalbini “kendine” gerçekten koşulsuzca ne kadar açabilirsin sorgulamaya başla. Sen kendini sonsuz sevgi olma yolunda değişime açtıkça, istedigin aşk da beklediğin bereket de zaten hep yanıbaşındaydı, göreceksin.

Ahoy!


You Might Also Like